×Uygulama Logosu

Habokado - Akıllı Haber Özeti

Özetleri Okuyun ve Dinleyin

Eylüldeki Yıldönümleri (2)

Tarih sırasına göre biri, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin 4 Eylül 1919'daki kuruluş kongresinin 105'inci yıldönümüydü. O da 1923 yılının 9 Eylül günü. Tabii 9 Eylül günü, aynı zamanda Milli Kurtuluş Savaşımızın fiilen sona erdiği, İzmir'in işgalden kurtarılması günü. 4 Eylül'de Sivas'ta, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kuruluş gününün 105'inci yıldönümü törenine katılan "devlet erkânı" arasında Meclis Başkan Vekili Celal Adan ile Sivas Valisi Yılmaz Şimşek ile belediye başkanı Adem Uzun vardı. Sivas'taki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Mustafa Kemal Paşa'nın liderliğindeki kuruluşundan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunda da etkili çoğunluğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin üyeleri oluşturuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclis ordularının da başkomutanlığına seçilen, Mustafa Kemal Paşa'nın yönetimindeki Meclis, Türkiye'nin işgal altında kalmayan bölgelerini doğrudan doğruya yöneten, işgal altında bulunan bölgelerini ise işgalden kurtarmayı hedefleyip o hedefe ulaşmayı başaran Meclis'ti. 1922'nin gene bir eylül günü, İzmir'in de düşman işgalinden kurtulduğu günün yıldönümü olan, 9 Eylül 1923 günü Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında ve cemiyet üyelerinden bir kısmının katılımıyla, dönemin İçişleri Bakanlığı'na bir dilekçe verildi. İlk adı Halk Fırkası'ydı. 29 Ekim'de ilan edilen Cumhuriyetin cumhurbaşkanlığına o zamanki adıyla "reisicumhurluğu" na yeni partinin de başkanı olan Mustafa Kemal Paşa seçildi. 29 Ekim'de "cumhuriyet" in ilanı Meclis'teki yeni Halk Partisi Meclis Grubu'nun katkısıyla gerçekleştikten sonra, cumhurbaşkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa, partisindeki liderlik görevini fiilen İsmet Paşa'ya devretmiştir. Yeni seçim münasebetiyle, Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri tarafından yayınlanan umdeleri havi beyannamede bahsedildiği üzere Halk Fırkası kurulmuştur.

Altan Öymen

Kaynak: Cumhuriyet

11 Eylül 2024 04:13

Alıntıdır : Haber Kaynağı İçin Tıklayınız

Yazarın Diğer Yazıları

Bu habere çok benzer konularda diğer kaynaklardaki haberlere aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Altan Öymen

'Alacakaranlık'tan Aydınlığa Doğru

Ayrıca uzun yıllar önceki, gençlik yıllarımda Ankara'da üye olduğum CHP'nin Çankaya ilçesindeki kaydım da İstanbul'a taşındığımdan sonra, artık Beşiktaş'ta. Bu durumda, seçmen olarak pazartesi günümün büyük kısmı, konuyla ilgili yerlerde geçti: İstanbul'da Beşiktaş Belediyesi'nin önünde ve içinde. Pazartesi günü sabah 5'ten itibaren, gazetelerdeki arkadaşlarımın artık "Alacakaranlık operasyonu" (Mustafa Balbay -Cumhuriyet), "Şafak gözaltısı" (Sözcü'nün manşeti) gibi adlarla tanımladığı eylemlerden biri daha yapılmış. Beşiktaş Belediyesi'nin değerli başkanı Rıza Akpolat, sabahın 5'inde, 5.30'unda evinde aranmış. "Alacakaranlık operasyonları" na paralel olarak artan ekonomik ve sosyal sorunlar da bunlara eklenince "hayatından memnun olan" a rastlamak mümkün değil. *** Dünkü salı günü ise benim "yazı yazma günüm" dü. Yakınlarım bilir, salı günleri beni pek aramazlar. Rahmetli Çetin Altan, "Bu durum için ben yazı yazmadığım zamanlar (veya hapis ve yasaklılık günleri gibi "yazamadığım" zamanlar) için kendimi sabahları dişimi fırçalamamış gibi rahatsız oluyorum" derdi. Beşiktaş'taki "şafak operasyonu" sırasında rastlayıp da görüşme fırsatı bulduğum dostlarımın işaret ettiği sorunların çoğu, bana, üzerinde durulması ve sık sık hatırlatılması gereken konular gibi geliyor.

15 Ocak 2025 04:32

Altan Öymen

Barış Süreci

Son günlerin manşetlerinde en fazla yer alan konu malum: DEM Parti temsilcilerinin Abdullah Öcalan 'la da görüştükten sonra, öteki partilerin liderleriyle de sürdürdüğü görüşmeler. Yapılan açıklamalara göre o sürecin amacı, sınırlarımız civarındaki terör olaylarının Öcalan 'ın da katkısıyla sona erdirilmesi ve ülkemizin o alanda yeni bir "barış süreci" ne girebilmesi. Tartışmalardan biri, iktidarda bulunan parti ile onu -dışarıdan- desteleyen partinin yöneticilerinin o adımları yeni bir "seçim manevrası" olarak ortaya attıkları ve samimiyetlerine güvenilemeyeceği görüşü. Yakın geçmişimizde de örnekleri var: AKP'nin iktidara gelişinden bir süre sonra, o zamanki "barış süreci" de benzeri şekilde başlamıştı. Meclis'te o zaman, bugünkü DEM Parti'siyle benzer çizgisi olan HDP vardı. Şu görülmüştür ki, AKP'nin, Öcalan ile ilişkili olarak sürdürülen "barış süreci" nin gelişmesinin yanında, hatta o gelişmeden de daha öncelikli olarak bir beklentisi daha vardır: Yaklaşan seçimlerde, HDP'nin de siyasal parti olarak AKP'yi desteklemesi... Demirtaş, bunu partisinin grup toplantısında ayrıntılarıyla vurguladı. Halklarımıza verdiğimiz demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz." O kararlarının nedenlerini biraz daha açtı. Onların da "özetinin özeti" şuydu: "Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız." *** Selahattin Demirtaş, partisinin grup toplantısında yaptığı o konuşmadan bir süre sonra, bir başka konuşmasıyla ilgili soruşturma sürecinde hapse girdi. Yaklaşık 8 yıldan beri hapiste. Bu "barış görüşmeleri" sırasında, onunla da görüşülmesi bekleniyor. Abdullah Öcalan 'ın Meclis'e gelip görüşlerini ifade edebilmesi söz konusu. Her ikisinin de cezalarının, en azından "ev hapsi" ne çevrilmesi söz konusu olabilir. Tabii bir de Meclis'e milletvekili olarak seçilip Meclis'teki görevini yapması gereken, Hatay Milletvekili Can Atalay'ın hapisten çıkmayışı var. Onun o durumuna yol açan mahkeme kararı ise Anayasa Mahkemesi tarafından, eski deyimle "keenlem yekûn" sayılmış. Yani "yok" hükmünde. Yani "Meclis'e gelip toplantılara katılmasının sağlanması", çoktandır bir anayasal gerek aslında.

08 Ocak 2025 04:22

Altan Öymen

Yeni Yıl Kutlu Olsun!

Mesela Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki dönemin bir kısmında, en azından savaş galibi ülkelerde yaşanan hayatı, bazı gözlemciler, "altın yıllar" diye anarlar. Gerçi o "altın yıllar" ancak 1920'lerin son yıllarına kadar sürmüştür. Sonra, 1930'ların ilk yıllarında "dünya ekonomik krizi" başlamış ve İkinci Dünya Savaşı'nın nedenleri arasına girmiştir. Ama o "altın yıllar" unutulmamıştır. Ve 1939'dan 1945'e kadar süren İkinci Dünya Savaşı yılları... O birçok ülkede savaş facialarıyla geçen yılların ardından başlayan "barış yılları" ve "Soğuk Savaş" yıllarına dönüşen yıllar...

01 Ocak 2025 04:52

Altan Öymen

'Silkeleme...'

2024'teki son seçimlerden sonra da hedefe, CHP'li belediyeler konulmuştur. Yerine kayyum atanmıştır. Hem de o kelimeyi sosyal güvenlik bakanına talimat verirken kullanmış: "Borçlu belediyeleri biraz daha silkeleyin" demiş. "Borçlu belediyeler" dediği -ilk harflerinin alfabetik sırasıyla- Adana, Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin Büyükşehir Belediyeleri ile İstanbul belediyelerinden Şişli Belediyesi. Ondan sonra da artık "haciz koyma" makamları tarafından daha da "silkelenecek" o belediyeler... 14 Mayıs 1950'deki genel seçimde, o zamana kadarki iktidar partisi CHP'yi yenmiş, rahat bir çoğunluğa ulaşmıştı. 1960-61'deki askeri yönetimden sonra yeni anayasayla başlayan "yeniden demokrasi" döneminde ise merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında tartışmalar oldu, bazı seçimlerde de itirazlar ortaya çıktı. Fakat askeri müdahale dönemi hariç, bugünkü gibi "kayyum" lu, "haciz" li, "ceza" lı, "tutuklama" lı, "tehdit" li, "baskılı" olaylar yaşanmadı. *** Hele, böyle sınır komşularımızda, ülkemizin dış politika ve savunma açısından hayli önemli olayların çıktığı zamanlarda, iktidar partisinin o konulardan da öncelikli saydığı "muhalefetin kazandığı" yerel yönetimlerin çalışmalarını engelleyecek "silkeleme" lerle uğraştığı hiç görülmedi.

18 Aralık 2024 04:47

Altan Öymen

Suriye Ve İki Soru...

Gazeteciliğimin başlangıcı olan 1950'liyıllarda, muhabir olarak yurtdışına ilkgönderildiğim ülkeler arasında, yurdumuzungüneyindeki komşularımız vardı. Mısır,Lübnan, Suriye, Irak, onlar arasındaydı. Daha sonraları, Libya, Suudi Arabistan,Fas dahil güneydeki ülkelerin çoğunagittim. Şah Muhammet RızaPehlevi... 1950'lerde, Irak'ta krallık vardı. 1958'de krallık kalktı. YerineGeneral Kasım geldi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, resmen" cumhuriyet "leşen komşularımız da vardı. Suriye'nin ise adı " cumhuriyet "ti. Ama o " seçim "lerde uygulanan usuller,gerçekten demokratik olan ülkelerdegörülenlerden hayli farklıydı. Çünkü, Suriye'nin demokratikleşmesürecine girmesinin faydalı olacağıyla ilgiligörüşümü okuyan bir Suriyeli arkadaşımbana bir "karşı soru" sorup "Peki, sizin debir demokratikleşme sürecine ihtiyacınız yokmu?" derse, ona da cevap vermek gerekirki o sorunun cevabı bu yazıya sığmaz.

11 Aralık 2024 05:05

Altan Öymen

Gene Gündemde

Birincisi "1918" de sona ermişti. Adı "Harbı Umumi" ydi. Yani "Genel Savaş". Tekrarlandığı tarih, 1 Eylül 1939'du. Almanya'da Hitler 1933'te seçim yoluyla iktidara gelip diktatörlüğe geçme sürecini tamamladıktan sonra izlediği "yayılma" politikalarının hazırlıklarını tamamlamıştı. Hitler, Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'nda kaybettiği topraklardan bir kısmını, "Yoksa savaşarak alırım" tehdidiyle geri almıştı. Bir tarafta, statikoyu değiştirip topraklarını genişletmek isteyen totaliter devletler: Hitler'in Almanya'sı, Mussolini'nin İtalya'sı, Stalin'in Sovyetler Birliği... Öteki tarafta, o "totaliterler" in, hedeflerine varmasını önlemek isteyen devletler: İngiltere ve Fransa. 1 Eylül 1939'da başlayan savaşın adı, o sırada sadece "Almanya-Polonya savaşı" ydı. *** Almanya-Polonya savaşı daha devam ederken eylülün ilk günlerinde İngiltere ve Fransa, Almanya'ya karşı savaş haline girdiklerini ilan etmiş ve bunu diplomatik yoldan Almanya'ya da resmen bildirmişti. Daha önce "Büyük Savaş" veya "Harbı Umumi" gibi adlarla anılan 1914-1918 savaşı, "Birinci Dünya Savaşı" diye anılacaktı. 1939-1945 savaşının adı da "İkinci Dünya Savaşı" olacaktı. Ama o listeye girmeyen Almanya ve Sovyetler Birliği'nin kayıplarının sayılarında, " tahmini" olanların oranı çok daha fazladır.

04 Aralık 2024 01:08

Altan Öymen

Hangi Alanda İyiyiz (2)

"Sözlü sorusu", "genel görüşmesi", "Meclis soruşturması" ve -hepsinden önemlisi- "gensoru" mekanizmasıyla. "Gensoru" denilince, şunu gene hatırlayalım: Meclis, oyçokluğuyla bir bakanı veya başbakan dahil hükümetin tümünü görevden uzaklaştırmak yetkisini kullanabiliyordu. Oysa, o mekanizma, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" denilen "sistem"i n ortaya çıkmasından önce tüm gerekli unsurlarıyla birlikte vardı. Böyle bir durumda da "Hangi alanda daha iyiyiz" sorusunu yanıtlamak daha güçleşiyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın kaleme aldığı bir resmi yazı yazılmış. *** Pazartesi günü akşam saatlerine kadar o tepkiler devam ediyor. Daha sonra da Milli Eğitim Bakanlığı'ndan yeni bir açıklama yapılıyor. Şöyle diyor: "Belediyeler ve kreş" tartışmasını doğuran resmi yazıyı okudum. Bir kere değil, iki kere değil, üç kere değil, on kere okudum. "Öyle mi demek istiyor, böyle mi demek istiyor" diye uğraşmaktan iflahım kesildi. Yazının bir cümlesini okudum: "Kreşler kapatılıyor" sonucunu çıkardım. Yazının cümleleri arasında dolaşırken: "Uyarı yapıyorlar, kapatma yok" da dedim. "Bundan sonra açtırmayacaklar" da dedim.

27 Kasım 2024 01:11

Altan Öymen

Hangi Alanda İyiyiz?

Buna birkaç "altbaşlık" sorusu ekleyelim: Elbette ki, bütün bunların hepsi veya bir kısmı için, "O alanda durumumuz fevkalade" denilemez. Her gün karşılaştığımız sorunların çoğu "Olur böyle vakalar" denilecek gibi değil. "Ekonomideki çöküntü" den söz etmeye gerek yok. Ülkemizin geçmişinde, çoğu savaş gibi, dünya ekonomik buhranı gibi, petrol krizi gibi, dış olayların etkisiyle, enflasyonla karşılaştığımız dönemler vardır. Bugünkü iktidar partilerinin başlangıçtan beri, hedeflerini, programlarını, uygulamalarını yazboz tahtası haline getirdikleri "Milli Eğitim Bakanlığı" nda olup bitenlere... "Sizin laiklikten anladığınız, camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmektir." Recep Tayyip Erdoğan'ın, cumhurbaşkanı seçilmeden önce Ziya Gökalp'ın 1912'de -yani Balkan Savaşları zamanında yazdığı bildirilen- şiirinin mısralarında da camilerin savaş sırasındaki durumuna atıf vardır: Hal böyle iken bu eskimiş ve yalan iddiaları ortaya atan ve cevabını 75 yıl öncesinde alıp oturan laik Cumhuriyet karşıtlarından bu kadar zaman sonra, bir bakan tarafından tekrarlanması, ilginçtir. Gelelim, isminde "milli" sıfatı da olan milli savunma alanına... 12 Temmuz 2007'de İstanbul'da Ümraniye'de bir gecekonduda 27 el bombasının bulunduğu "gerekçe"siyle bir davalar dizisi başladı. O davayı, "dalga" sıfatı altında benzerleri izledi. 21'inci yüzyılın "siyasal" ve "adli" olayı olarak ayrıntılarıyla kayıt edilmesi, gelecek kuşakları da ilgilendirecektir. O da gelecek kuşakların 21'inci yüzyılın başlangıcında olup bitenleri öğrenmeleri için "kaynak" oluşturabilir.

20 Kasım 2024 04:19

Altan Öymen

Atatürk Ve İnönü

10 Kasım'da, Atatürk'ün aramızdan ayrılışının 86'ıncı yıldönümünü yaşadık. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anıtkabir defterine, "Aziz Atatürk" diye başlayan cümleler yazdı. Erdoğan, o 10 Kasım gününde başka toplantılara da katıldı. 1920'de o kongrenin temelini oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi de öyle... Tabii, her şey dünyanın 1930'larda, 1940'lardaki, o zamanki koşulları da değerlendirilerek yorumlanmalı, 1914-1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı'nda Avrupa ülkelerinin durumu hatırlanınca, daha iyi anlaşılır. Sayın Erdoğan'ın "tek partili faşizm" dediği yönetimlerin başında –1922'de– Mussolini'nin liderliğinde harekete geçen, "adı da faşist" olan parti vardı. Evet, Türkiye, Cumhuriyet'in ilanından sonra, bazı iç güvenlik sorunlarının, Atatürk'e suikast girişimleri, Kubilay olayı gibi olayların sonucu olarak 1924 ve 1930 arasındaki Takrir-i Sükûn Kanunu gibi, hükümetin yetkilerinin artırıldığı bir süreç yaşamış. Ve Hitler'in iktidara gelmesiyle başlayan "Büyük Savaş" hazırlıkları dolayısıyla, çok partili hayata geçişi, İkinci Dünya Savaşı'nın bitişine kadar sürmüştür. İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa bölümünün bitişinden hemen sonra ise 1949 yılının mayıs ayından itibaren o süreç fiilen başlatılmış, 1946 yılında ilk genel seçimi yapılmış. Gelelim sayın Erdoğan'ın "Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı" sözüne... "Tek parti faşizminin ülkemizin gelişmesine, kalkınmasına, yeniden inşa edilen dünya düzeninde hak ettiği yeri almasına engel olan vizyonsuzluğun bedelini ağır bir şekilde ödedik. Şayet Gazi'nin ömrü ve sağlığı en azından bir 10 yıl daha yönetmeye el verseydi, hiç şüphesiz, İkinci Cihan Harbi sonrası, bambaşka bir Türkiye görecektik. Maalesef Gazi'nin vefatıyla bu fırsatı kaçırdık." Ama başta Atatürk, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nda edindiği tecrübeden alınmış ders de vardı: Ve çok şükür, Atatürk'ün liderliğindeki Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti harekete geçti. Montrö Antlaşması'yla boğazlar sorununu, Fransa ile 1937 ve 1938'de yapılan antlaşmayla Hatay sorununu... Bu Atatürk'ün ölümünden sonra, İnönü 'nün Cumhurbaşkanlığı sırasında alınan bir sonuçtu ama Atatürk'ün liderliğinde olduğu gibi İnönü 'nün liderliğinde de gerekleri yerine getirilerek uygulandı. Kısacası: İkinci Dünya Savaşı sırasında, Türkiye'nin yönetiminde bulunan lideri Atatürk de olsa, İnönü de olsa, uygulanan politika farklı olmayacaktı.

13 Kasım 2024 04:52

Altan Öymen

Kayyumlu Rejim...

"Kayyım" veya "kayyum" sözcüklerini, ben ilk, 1949 yılında, siyasal bilgiler fakültesinin birinci sınıfında işittim. 2- Öteki, vakıf sahiplerinin geçici olarak kendileri yerine vekil olarak belirledikleri kişinin sıfatı. Kuralların esası ise şuydu: Hangi şekilde olursa olsun "kayyım veya kayyum" tayin edilen kuruluşların, daha önceki hedeflerinin gereğinin yerine getirilmesi yolundan şaşmamaları ve her alandaki karar ve uygulamalarında, o mülk veya kuruluşun çıkarlarının korunmasında çok dikkatli olmaları. "Kayyım-kayyum" konusuyla, benim doğrudan doğruya karşılaşmam, 1980 yılında oldu. 12 Eylül darbesinden hemen sonra. Daha 12 Eylül sabahında, o zaman genel başkanımız Bülent Ecevit ile -o sıradaki azınlık hükümetinin başında olan- Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel evlerinden alınmıştı. İki partinin de genel merkez binasına ve yerel örgütlerine el konmuştu. Genel başkanlar gibi bir kısım milletvekili siyasal yasaklıydık ama, biz parti genel merkez kurullarının yöneticileri, askeri yönetimce, partilerin teslim alınması işlemlerinin tanığı olmamızı bizlerden istiyorlardı. Ve sordular, görevlendirmeye karar verecekleri "kayyım-kayyum" lar kimler olmalı diye. Ama özeti şu: "Kayyım-kayyum" konusundaki fikirlerini bazı arkadaşlarımıza, gayri resmi bir anket yapıyormuş gibi sordular. "Kayyım-kayyum" heyetinin başına önceki valilerden Cezmi Kartay'ı getirdiler. Kartay, o görevde "kayyım-kayyum" olduğu kuruluşun hedeflerinin korunmasında gerçekten çok dikkatli davrandı. Onu da bir başka yazıda anlatmak isterim.

06 Kasım 2024 04:52

Altan Öymen

Kutlu Olsun...

Dün Cumhuriyetimizin 101'inci yıldönümünü yaşadık. İşgal altında bulunan topraklarımızın büyük kısmını yeniden kazanmamız ve bunu Birinci Dünya Savaşı'nın galiplerine kabul ettirmemiz var. Hele, Birinci Dünya Savaşı'na katılarak yenilgiye uğrayan devletlerin savaş sonrasındaki durumları hatırlanırsa, şu görülür: O savaşı kazanan devletlerin kendilerine dikte ettikleri "barış koşulları" nı, aynen kabul etmekten başka bir şey yapamamışlardır... Delegeler, bunu kabul etmişti. O antlaşmayla çözüme bağlanmamış olan sorunlarını da 1936'daki Montrö Antlaşması ve 1939'da Fransa'yla yaptığı Hatay Antlaşması'yla çözüme bağlamıştı. Yeni iç ve dış politikasının temel ilkesi de artık şudur: "Yurtta barış, dünyada barış." Savaş sırasında, 1921'de Sovyet Rusya'yla yaptığı "dostluk ve kardeşlik antlaşması", Fransa'yla imzaladığı ön barış antlaşması, bunun ilk örnekleri arasındadır. Ve Türkiye Cumhuriyeti, o barış döneminde gene Kurtuluş Savaşı sırasında başlattığı bir çağdaşlaşma sürecini daha yoğun şekilde sürdürmeye devam etmiştir. Dünya Kadınlar Birliği, 1935'teki kongresini, Türkiye'nin bu hamlelerini vurgulamak için İstanbul'da yapmış, yöneticileri, Atatürk tarafından kabul edilmişler ve ona şükranlarını ifade etmişlerdi. Özetle: Cumhuriyetimizin 101'inci yıldönümü hepimize kutlu olsun.

30 Ekim 2024 04:49

Altan Öymen

İstanbul Sözleşmesi

Mesela ben, geçen haftadan beri "kadına karşı şiddet"le ilgili İstanbul Sözleşmesi'nin TBMM tarafından onaylandığı Meclis toplantısını konu almak niyetindeydim. Çünkü, İstanbul Sözleşmesi, Türkiye'yle birlikte Avrupa Konseyi ülkeleri temsilcilerinin İstanbul'daki toplantısında kabul edildikten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde oybirliğiyle onaylanmıştı. Sonrası malum, o onay 10 yıl yürürlükte kaldıktan sonra, 2021 yılının mart ayındaki bir gece yarısında, aynı zamanda cumhurbaşkanı da olan AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından "tek imza" ile iptal edilmişti. Aşağıdaki konuşmalar Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi'nin 24 Kasım 2011 tarihindeki gece yarısında da süren toplantısının tutanaklarından alıntılanmıştır: Konuyu bir öneriyle kürsüye getirenlerden biri, o zamanki Barış ve Demokrasi Partisi grubunun başkan vekillerinden Pervin Buldan'dır. Şunlar da Batman Malatya Milletvekili Öznur Çalık'ın sözleri: "Yarın 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü. Bu vesileyle tüm kadınlarımızın yanında olduğumuzu bir kez daha tekrarlamak istiyorum ve tüm kadınlarımıza sesleniyorum: Şiddetsiz bir dünyada yaşayabileceğimiz günler var gelecekte. Bunun için içimizde taşıdığımız ümide sıkı sıkı hep beraber sarılalım." Çalık, konuşmasını bitirirken hükümet yetkililerine teşekkürlerini de sunuyor: "Bununla ilgili olarak da özellikle 1985 yılında imzaladığımız Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi gibi Avrupa Konseyinin İstanbul Sözleşmesi de Türkiye için çok önemlidir. Emeği geçen başta başbakanımız, içişleri bakanımıza çok teşekkür ediyorum ve tüm insanlığa şiddete hayır diyorum." Tabii bir de Gülsün Bilgehan var. Bilgehan da CHP grubu sözcüsü olarak konuşuyor. Oylamaya geçildikten sonra da, toplantıyı yöneten başkanın ilan ettiği sonuç şu oluyor: Kabul oyları: 246, Çekimser: 1.

23 Ekim 2024 05:21

İletişim Formu

captcha

Kişisel verilerinizi işlemekte ve kanunlarda öngörülen teknik ve idari tedbirleri alarak bu verilerinizin korunması için elimizden gelen çabayı göstermekteyiz. İşlenen kişisel verilerinize ilişkin bilgilere aydınlatma metnini ziyaret ederek ulaşabilirsiniz.

Değerlendirme için doğrulama kodunu girin.

captcha