30 Ağustos'ta, Kurtuluş Savaşımızı başarıya ulaştıran askeri zaferin 102'inci yıldönümünü kutladık. 1 Eylül günü ise biz de dahil, birçok ülkede "Dünya Barış Günü" olarak anılan çok önemli bir gündü. Asker, sivil yaklaşık 70-80 milyon insanın ölümüne neden olmuştu o savaş. Yaralanan ve büyük bir kısmı sakat kalanların sayısı da 40-50 milyon civarındaydı. O gerçeklere bakılarak, İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıç günü olan 1 Eylül'ün, dünya çapında bir "yas günü" olarak hatırlanması da mümkündü. Türkiye Cumhuriyeti'nin bu "savaş ve barış" konularındaki politikalarının temeli gene bir eylül gününde atılmıştı: 4 Eylül 1919'da. Türkiye'nin imkân bulunan her bölgesinden seçilerek Sivas'a gelen delegeler, o 4 Eylül'ü izleyen günlerde, o cemiyetin kuruluş işlemlerini tamamladılar. Sivas'ta başlayan o mücadele, daha sonra -23 Nisan 1920'de- Ankara'da kurulacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin oluşumunun da temeli haline geldi. O hedefe de 9 Eylül 1922'de, İzmir'in kurtarılmasıyla ulaşıldı. O hazırlıkların ilk aşaması da, gene bir Eylül ayında gerçekleşti. 9 Eylül 1923 günü. Daha önce kaldırılmış olan saltanatın yerine 29 Ekim'de Cumhuriyet'in ilan edilmesi... "Yurtta barış, dünyada barış." Yazımın başlarında 1 Eylül'den söz ettik.
Kaynak: Cumhuriyet
04 Eylül 2024 04:18
Alıntıdır : Haber Kaynağı İçin Tıklayınız
Bu habere çok benzer konularda diğer kaynaklardaki haberlere aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Atatürk Ve İnönü
10 Kasım'da, Atatürk'ün aramızdan ayrılışının 86'ıncı yıldönümünü yaşadık. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anıtkabir defterine, "Aziz Atatürk" diye başlayan cümleler yazdı. Erdoğan, o 10 Kasım gününde başka toplantılara da katıldı. 1920'de o kongrenin temelini oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi de öyle... Tabii, her şey dünyanın 1930'larda, 1940'lardaki, o zamanki koşulları da değerlendirilerek yorumlanmalı, 1914-1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı'nda Avrupa ülkelerinin durumu hatırlanınca, daha iyi anlaşılır. Sayın Erdoğan'ın "tek partili faşizm" dediği yönetimlerin başında –1922'de– Mussolini'nin liderliğinde harekete geçen, "adı da faşist" olan parti vardı. Evet, Türkiye, Cumhuriyet'in ilanından sonra, bazı iç güvenlik sorunlarının, Atatürk'e suikast girişimleri, Kubilay olayı gibi olayların sonucu olarak 1924 ve 1930 arasındaki Takrir-i Sükûn Kanunu gibi, hükümetin yetkilerinin artırıldığı bir süreç yaşamış. Ve Hitler'in iktidara gelmesiyle başlayan "Büyük Savaş" hazırlıkları dolayısıyla, çok partili hayata geçişi, İkinci Dünya Savaşı'nın bitişine kadar sürmüştür. İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa bölümünün bitişinden hemen sonra ise 1949 yılının mayıs ayından itibaren o süreç fiilen başlatılmış, 1946 yılında ilk genel seçimi yapılmış. Gelelim sayın Erdoğan'ın "Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı" sözüne... "Tek parti faşizminin ülkemizin gelişmesine, kalkınmasına, yeniden inşa edilen dünya düzeninde hak ettiği yeri almasına engel olan vizyonsuzluğun bedelini ağır bir şekilde ödedik. Şayet Gazi'nin ömrü ve sağlığı en azından bir 10 yıl daha yönetmeye el verseydi, hiç şüphesiz, İkinci Cihan Harbi sonrası, bambaşka bir Türkiye görecektik. Maalesef Gazi'nin vefatıyla bu fırsatı kaçırdık." Ama başta Atatürk, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nda edindiği tecrübeden alınmış ders de vardı: Ve çok şükür, Atatürk'ün liderliğindeki Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti harekete geçti. Montrö Antlaşması'yla boğazlar sorununu, Fransa ile 1937 ve 1938'de yapılan antlaşmayla Hatay sorununu... Bu Atatürk'ün ölümünden sonra, İnönü 'nün Cumhurbaşkanlığı sırasında alınan bir sonuçtu ama Atatürk'ün liderliğinde olduğu gibi İnönü 'nün liderliğinde de gerekleri yerine getirilerek uygulandı. Kısacası: İkinci Dünya Savaşı sırasında, Türkiye'nin yönetiminde bulunan lideri Atatürk de olsa, İnönü de olsa, uygulanan politika farklı olmayacaktı.
13 Kasım 2024 04:52
Kayyumlu Rejim...
"Kayyım" veya "kayyum" sözcüklerini, ben ilk, 1949 yılında, siyasal bilgiler fakültesinin birinci sınıfında işittim. 2- Öteki, vakıf sahiplerinin geçici olarak kendileri yerine vekil olarak belirledikleri kişinin sıfatı. Kuralların esası ise şuydu: Hangi şekilde olursa olsun "kayyım veya kayyum" tayin edilen kuruluşların, daha önceki hedeflerinin gereğinin yerine getirilmesi yolundan şaşmamaları ve her alandaki karar ve uygulamalarında, o mülk veya kuruluşun çıkarlarının korunmasında çok dikkatli olmaları. "Kayyım-kayyum" konusuyla, benim doğrudan doğruya karşılaşmam, 1980 yılında oldu. 12 Eylül darbesinden hemen sonra. Daha 12 Eylül sabahında, o zaman genel başkanımız Bülent Ecevit ile -o sıradaki azınlık hükümetinin başında olan- Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel evlerinden alınmıştı. İki partinin de genel merkez binasına ve yerel örgütlerine el konmuştu. Genel başkanlar gibi bir kısım milletvekili siyasal yasaklıydık ama, biz parti genel merkez kurullarının yöneticileri, askeri yönetimce, partilerin teslim alınması işlemlerinin tanığı olmamızı bizlerden istiyorlardı. Ve sordular, görevlendirmeye karar verecekleri "kayyım-kayyum" lar kimler olmalı diye. Ama özeti şu: "Kayyım-kayyum" konusundaki fikirlerini bazı arkadaşlarımıza, gayri resmi bir anket yapıyormuş gibi sordular. "Kayyım-kayyum" heyetinin başına önceki valilerden Cezmi Kartay'ı getirdiler. Kartay, o görevde "kayyım-kayyum" olduğu kuruluşun hedeflerinin korunmasında gerçekten çok dikkatli davrandı. Onu da bir başka yazıda anlatmak isterim.
06 Kasım 2024 04:52
Kutlu Olsun...
Dün Cumhuriyetimizin 101'inci yıldönümünü yaşadık. İşgal altında bulunan topraklarımızın büyük kısmını yeniden kazanmamız ve bunu Birinci Dünya Savaşı'nın galiplerine kabul ettirmemiz var. Hele, Birinci Dünya Savaşı'na katılarak yenilgiye uğrayan devletlerin savaş sonrasındaki durumları hatırlanırsa, şu görülür: O savaşı kazanan devletlerin kendilerine dikte ettikleri "barış koşulları" nı, aynen kabul etmekten başka bir şey yapamamışlardır... Delegeler, bunu kabul etmişti. O antlaşmayla çözüme bağlanmamış olan sorunlarını da 1936'daki Montrö Antlaşması ve 1939'da Fransa'yla yaptığı Hatay Antlaşması'yla çözüme bağlamıştı. Yeni iç ve dış politikasının temel ilkesi de artık şudur: "Yurtta barış, dünyada barış." Savaş sırasında, 1921'de Sovyet Rusya'yla yaptığı "dostluk ve kardeşlik antlaşması", Fransa'yla imzaladığı ön barış antlaşması, bunun ilk örnekleri arasındadır. Ve Türkiye Cumhuriyeti, o barış döneminde gene Kurtuluş Savaşı sırasında başlattığı bir çağdaşlaşma sürecini daha yoğun şekilde sürdürmeye devam etmiştir. Dünya Kadınlar Birliği, 1935'teki kongresini, Türkiye'nin bu hamlelerini vurgulamak için İstanbul'da yapmış, yöneticileri, Atatürk tarafından kabul edilmişler ve ona şükranlarını ifade etmişlerdi. Özetle: Cumhuriyetimizin 101'inci yıldönümü hepimize kutlu olsun.
30 Ekim 2024 04:49
İstanbul Sözleşmesi
Mesela ben, geçen haftadan beri "kadına karşı şiddet"le ilgili İstanbul Sözleşmesi'nin TBMM tarafından onaylandığı Meclis toplantısını konu almak niyetindeydim. Çünkü, İstanbul Sözleşmesi, Türkiye'yle birlikte Avrupa Konseyi ülkeleri temsilcilerinin İstanbul'daki toplantısında kabul edildikten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde oybirliğiyle onaylanmıştı. Sonrası malum, o onay 10 yıl yürürlükte kaldıktan sonra, 2021 yılının mart ayındaki bir gece yarısında, aynı zamanda cumhurbaşkanı da olan AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından "tek imza" ile iptal edilmişti. Aşağıdaki konuşmalar Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi'nin 24 Kasım 2011 tarihindeki gece yarısında da süren toplantısının tutanaklarından alıntılanmıştır: Konuyu bir öneriyle kürsüye getirenlerden biri, o zamanki Barış ve Demokrasi Partisi grubunun başkan vekillerinden Pervin Buldan'dır. Şunlar da Batman Malatya Milletvekili Öznur Çalık'ın sözleri: "Yarın 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü. Bu vesileyle tüm kadınlarımızın yanında olduğumuzu bir kez daha tekrarlamak istiyorum ve tüm kadınlarımıza sesleniyorum: Şiddetsiz bir dünyada yaşayabileceğimiz günler var gelecekte. Bunun için içimizde taşıdığımız ümide sıkı sıkı hep beraber sarılalım." Çalık, konuşmasını bitirirken hükümet yetkililerine teşekkürlerini de sunuyor: "Bununla ilgili olarak da özellikle 1985 yılında imzaladığımız Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi gibi Avrupa Konseyinin İstanbul Sözleşmesi de Türkiye için çok önemlidir. Emeği geçen başta başbakanımız, içişleri bakanımıza çok teşekkür ediyorum ve tüm insanlığa şiddete hayır diyorum." Tabii bir de Gülsün Bilgehan var. Bilgehan da CHP grubu sözcüsü olarak konuşuyor. Oylamaya geçildikten sonra da, toplantıyı yöneten başkanın ilan ettiği sonuç şu oluyor: Kabul oyları: 246, Çekimser: 1.
23 Ekim 2024 05:21
Tbmm'de Ayağa Kalkmak
Cumhuriyetimizin çok partili demokratik hayata geçiş süreci, malum, İkinci Dünya Savaşı'nın bitişiyle birlikte 1945 yılında başladı. Ve 21 Temmuz 1946 günü -1930'lardaki Serbest Fırka- tecrübesinden sonraki ilk "çok partili seçim" yapıldı. O seçime CHP'nin karşısında, Celal Bayar'ın başkanlığındaki muhalefet partisi Demokrat Parti (DP) katılmıştı. CHP 397, DP 61 milletvekili çıkardı. Ayrıca çeşitli illerden kazanan 7 bağımsız aday da vardı. Çünkü, Demokrat Parti'nin, seçime katılabilen adaylarının sayısı, Meclis çoğunluğuna ulaşmasına yetmeyecekti. Ama kazanacağı milletvekili sayısı, 61'in hayli üstünde olacaktı. Kısacası, 21 Temmuz 1946 seçimi tartışmalı bir seçimdi 1946'daki 21 Temmuz seçimi. Ve o tartışma yeni Meclis'in açılışına kadar devam etmişti. O günlerden en heyecanlısı da tabii, yeni cumhurbaşkanı seçiminin yapılacağı 5 Ağustos 1946 günüydü. "Meclis açıldı. İnönü 451 oydan 388'i ile tekrar cumhurbaşkanlığına seçildi." Bütün Meclis ayakta kendisini selamlıyor. Bu defa İnönü'nün salona girişinde, CHP'liler bunu yaparken DP'liler oturdukları yerden kımıldamadılar. Meclis kimsenin önünde ayağa kalkmaz.' DP'li cumhurbaşkanını, Meclis'e girişinde hep birlikte ayağa kalkarak selamlayan parti grubu, 1950'de muhalefette kalan CHP grubu olacaktı. CHP'nin genel başkanlığını fiilen bıraktı. Kurultay o seçimi yaptı. İnönü de artık parti işlerine karışmadığının göstergesi olarak yurtiçi gezilerinde, yanına iki parti yönetiminden de birer milletvekili davet etmeye ve halkla temaslarını onlarla birlikte sürdürmeye başladı. Ve 1950'nin 14 Mayıs'ında milletvekili seçimleri ülkenin her yanında, hiçbir önemli itiraza yol açmadan gerçekleşti… Ve iktidar değişti… Cumhurbaşkanlığına Celal Bayar aday oldu. (2017 yılına kadar.) 1940'lardaki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, parti genel başkanlığını, fiilen partisinin bir başka yetkilisine devretmiş, sadece cumhurbaşkanlığı görevini yürütmeye başlamıştır. 1950'de partinin genel başkanı olan Celal Bayar, cumhurbaşkanlığına aday olmadan, parti liderliğinden ayrılıp o görevi Başbakan Adnan Menderes'e devretmiştir. 1923'te arkadaşlarıyla birlikte İçişleri Bakanlığı'na verdiği dilekçeyle resmen kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanı (o zamanki deyimle umumi reisiyken), yeni devletin Cumhurbaşkanlığı'na seçildikten hemen sonra, partisinin "umumi reisliği" görevini, "umumi reis vekili" seçilen İsmet İnönü'ye devretmiştir.
11 Ekim 2024 04:44
Kapalı Ve Açık...
Dün bu satırları yazarken Meclis'in "kapalı toplantı" sının hazırlıkları başlamıştı. Meclis'in toplantıları genel kural olarak açıktır. "Türkiye Büyük Millet Meclisi, iç tüzük hükümlerine göre kapalı oturumlar yapabilir. Bu oturumdaki yayımı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararına bağlıdır." En az 10 yıl, 20 yıl sürecek bir "gizlilik" döneminin geçmesini öngörür. Bizde ise bu toplantı için 10 yıllık kapalılık süresi uygulanacaktır. "Arkası gelir" derken Türkiye Büyük Millet Meclisi'mizin bugünkü yönetim sistemimizin içinde de sorumluluğu altında kalan daha birçok konu var. Ve o sorunlarla ilgili katkılarda ve eleştirilerde bulunmak, o alandaki çalışmaları denetlemek görevi de bugün pek çok anayasa değişikliği ve fiili değişiklikler yapılmış da olsa gene Meclis'imizin görevi. Ülkemizde, Meclis'e bilgi verme ihtiyacını her zaman duymasalar da hâlâ 20'den fazla bakan var. Dışişleri bakanının da politika alanında dün kapalı oturumda vermiş olacağı bilgiler, şimdilik kapalı oturumda kalsa bile, öteki bakanların da, "Ben de bilgi vereceksem, kapalı oturumda veririm" diyecek durumları yok. O konu daha geniş bir konu. Zaman zaman hep değiniyoruz.
09 Ekim 2024 04:25
Meclis Açılırken...
Bugün, bu satırları yazarken, ne olacağı henüz belli değil. Atalay'ın milletvekilliğininin düşürülmesi yolundaki işlem, Meclis'in o konudaki tezkerenin Meclis kürsüsünden okunmasıyla başlamış. Çaresini görüp uygulamak, başta Meclis başkanlığı olmak üzere, Meclis'in en öncelikli görevi. Anayasa Mahkemesi, "Yok artık o uygulamaya yol açan neden" diyor. Meclis'teki muhalefet milletvekilleri de iktidar çoğunluğuna bunu hatırlatıyor. Ve Meclis'in yaz tatilinin devam ettirilmesi. Meclis, Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesinin, Anayasa Mahkemesi'nce yok sayılmasının gereğini yapmak yerine, fiilen, Anayasa Mahkemesi'ni yok saymış oluyor. Anayasa Mahkemesi, görevini yapmış, kararını açıklamış. Aksine: Anayasa Mahkemesi hükümlerinin kararlarına karşı vaziyet almışlar. O duruma sokulan kimse ise Meclis'in bir üyesi.
02 Ekim 2024 04:13
Bir O Eksikti...
Bugünkü Türkiye'nin rejiminin "sıfat" ı, demokrasi de olsa o sıfattan epey uzaklaşmış olduğu bir gerçek. Ve cumhurbaşkanı bu yetkileriyle ve yetkilerinin yanında fiilen kullandığı etkileme gücüyle devletin başında bulunmaya devam ediyor. Anayasamızın 1930'lardan sonraki zaman içinde varlığını muhafaza eden o maddesi şöyle: Madde 4: Anayasanın 1'inci maddesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2'nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3'üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. O "değiştirilemez" üç maddeye yakından bakalım: MADDE 1: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. 2. Cumhuriyetin nitelikleri MADDE 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik laik ve sosyal bir hukuku devletidir. MADDE 3: Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Bu konuya bir sonraki yazımda devam etmeye çalışacağım.
25 Eylül 2024 04:21
Eylül Ve Chp (3)
İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcı olan 1 Eylül 1939 günü gibi. Bu yazılarda o "1 Eylül" den bahsettik. 4 Eylül 1919 günü. 1919'un o günlerini, gene Mustafa Kemal liderliğinde, 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve gene onun başkanlığındaki Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının harekete geçmesi izlemiştir. İnönü Muharebeleri'nden başlayarak Sakarya Muharebesi'ne, Büyük Taarruz'a kadar birbirini izleyen zaferlerin sonucunda ve Kurtuluş Savaşı'mızın kesin olarak kazanılmasından sonra da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin gene bir eylül gününde, 9 Eylül 1923'te Halk Fırkası adını alarak siyasal parti haline gelmesi izlemiştir. Onun arkasından da 29 Ekim 1923 günü, Halk Fırkası öncülüğünde "Cumhuriyetin ilanı" gerçekleşmiş ve Halk Fırkası önce, "Cumhuriyet Halk Fırkası", sonra da "fırka" yerine "parti" sıfatını seçerek Cumhuriyet Halk Partisi adını almıştır. Fakat 1980 yılında ve gene bir eylül gününde, 12 Eylül 1980'deki askeri darbe sonucunda, o vakte kadar var olan tüm siyasal partilerle birlikte yıllar sürecek bir siyasal yasağa uğramıştır. 1980'den 1992'ye kadar devam eden o sürecin özeti ilginçtir. 12 Eylül 1980'de iktidara el koyan askeri yönetim, başlangıçtan itibaren tüm siyasal faaliyetleri yasaklamış, eski partilerden birkaçının liderleriyle yönetimde yer alan üyelerinden bir kısmını gözaltına -o zaman kullandığı deyimle- "koruma altına" almıştır. O dönemin özetini ve CHP'nin açılması çalışmalarını, partinin kapatılmadan önceki genel sekreter yardımcısı Erol Tuncer, Cumhuriyet'in geçen hafta 11 Eylül 2024 günkü sayısındaki yazısında anlattı. 9 Eylül 1992 günü.
18 Eylül 2024 05:07
Eylüldeki Yıldönümleri (2)
Tarih sırasına göre biri, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin 4 Eylül 1919'daki kuruluş kongresinin 105'inci yıldönümüydü. O da 1923 yılının 9 Eylül günü. Tabii 9 Eylül günü, aynı zamanda Milli Kurtuluş Savaşımızın fiilen sona erdiği, İzmir'in işgalden kurtarılması günü. 4 Eylül'de Sivas'ta, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kuruluş gününün 105'inci yıldönümü törenine katılan "devlet erkânı" arasında Meclis Başkan Vekili Celal Adan ile Sivas Valisi Yılmaz Şimşek ile belediye başkanı Adem Uzun vardı. Sivas'taki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Mustafa Kemal Paşa'nın liderliğindeki kuruluşundan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunda da etkili çoğunluğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin üyeleri oluşturuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclis ordularının da başkomutanlığına seçilen, Mustafa Kemal Paşa'nın yönetimindeki Meclis, Türkiye'nin işgal altında kalmayan bölgelerini doğrudan doğruya yöneten, işgal altında bulunan bölgelerini ise işgalden kurtarmayı hedefleyip o hedefe ulaşmayı başaran Meclis'ti. 1922'nin gene bir eylül günü, İzmir'in de düşman işgalinden kurtulduğu günün yıldönümü olan, 9 Eylül 1923 günü Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında ve cemiyet üyelerinden bir kısmının katılımıyla, dönemin İçişleri Bakanlığı'na bir dilekçe verildi. İlk adı Halk Fırkası'ydı. 29 Ekim'de ilan edilen Cumhuriyetin cumhurbaşkanlığına o zamanki adıyla "reisicumhurluğu" na yeni partinin de başkanı olan Mustafa Kemal Paşa seçildi. 29 Ekim'de "cumhuriyet" in ilanı Meclis'teki yeni Halk Partisi Meclis Grubu'nun katkısıyla gerçekleştikten sonra, cumhurbaşkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa, partisindeki liderlik görevini fiilen İsmet Paşa'ya devretmiştir. Yeni seçim münasebetiyle, Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri tarafından yayınlanan umdeleri havi beyannamede bahsedildiği üzere Halk Fırkası kurulmuştur.
11 Eylül 2024 04:13
Meclis'teki 'Darbe'ler...
Meclis'in geçen haftaki toplantısında, gazeteci-milletvekili Ahmet Şık 'a yapılan saldırıda, ona ve onu korumak isteyen -kadın, erkek- milletvekillerine vurulan yumruklar, sadece onlara değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin tüzel kişiliğine de indirilmiş darbelerdir. O yumrukların, sonucundaki olayların kargaşası içinde Meclis, 101 yıllık tarihinde benzeri görülmemiş bir hukuksuzluğu geç de olsa bir ölçüde tamir etme imkânını kullanamamıştır. O hukuksuzluk, malum: Son Meclis seçimlerinde, Hatay'dan milletvekili seçilen Can Atalay'ın, Meclis'teki görevine başlamasını engellenmiş, kendisini de hapishaneye sokmuştur. Milletvekili dokunulmazlığına sahipti. Hatta ayrıca Meclis komisyonlarındaki görev yeri de belirlenmişti. Tabii, bu karara, hem Atalay hem de milletvekili arkadaşları ve diğer hukukçular ile siyasetçiler, itiraz etmişlerdi. Atalay, aylardan beri hapiste tutuluyordu. Gerekçeli kararını da yayımlayarak Can Atalay hakkındaki milletvekilliğinin düşürülmesiyle ilgili karar ve uygulamaların "yok hükmünde" olduğunu ilan etmiştir. Bizde ise Can Atalay'ın milletvekilliğinin kaldırılması gibi o çok "yanlış ve zararlı" kararın, kalkmasının kısa zamanda kaldırılması bir yana, hiç kalkmamasına uğraşılıyormuş gibi olaylardı, son Meclis oturumlarında yaşanan yumruklu saldırılar... Bozdağ ise Meclis'teki tartışmanın taraflarından biriydi. Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesiyle sonuçlanan Meclis birleşiminde de başkanlık kürsüsünde görev yapmıştı. Sonuç: Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla Can Atalay'ın, "milletvekilliğinin düşürülmesi" nin yok sayılmasıyla ilgili kararının uygulanması, yeniden "bir başka bahar" a kaldı...
21 Ağustos 2024 08:22
Demokrasiden'kurtuluş' Yolu(!)
"Örneklerden biri" diyorum. Dünkü Cumhuriyet'te Alman Parlamentosu'nda milletvekilliği ve Avrupa Konseyi'nde delegelik yapmış olan Türk profesör Hakkı Keskin'in yazısında hatırlatılıyordu: Mesela, Kavala hakkındaki dava ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları... "Türkiye'nin AİHM kararını uygulaması, Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden doğan bir yükümlülüğü olduğu kadar, hukuk devleti olmanın da gereğidir. Türkiye Barolar Birliği 12.07.2022 tarihli açıklamasında, 'Türkiye'nin AİHM yeni kararını uygulamamakta ısrar etmesi, Bakanlar Komitesi'nin Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden ihracına kadar uzanan yaptırımlar uygulamasına yol açacaktır' demiştir. Ama o itirazcılar, şu gerçeği hatırlamalıdırlar: Türkiye, Avrupa Konseyi'nin ilk üyelerinden biridir. Daha sonra da İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına uymayı, uymazsa uygulanacak müeyyidelere razı olmayı kendi imzasıyla kabul etmiştir. Ve milletimiz, 1923'te temelini attığı ve 1940'lardan sonra da -önüne çıkan engelleri aşarak sürdürdüğü- "demokratikleşme" yolundaki ilerlemesine yeniden başlar.
14 Ağustos 2024 04:40