BOZKURT 10 Kasım 2024… Dün Kurtarıcı, Kurucu ve Devrimci liderimiz Atatürk'ün ebediyete irtihalinin 86'ıncı senesiydi. "Pekiyi Hocam, bunun sebebi ne?", diye sorarsanız teknolojik değişim ve etkileri derim. Teknik İlerleme: "Üretim fonksiyonunda aynı miktarda çıktıyı daha az girdi ve maliyetle, ya da aynı miktarda girdi ve maliyetle daha fazla miktarda veya daha çok çeşitte çıktıyı üretmeyi sağlayan gelişmeye teknik ilerleme adı verilir." Yani teknik ilerleme teknolojik değişimin üretim sürecine adaptasyonu sürecidir. Pekiyi teknolojik değişimin teknik ilerlemeye dönüşme sürecinde kritik olan etken nedir: İnovasyon. İnovasyon: "Firmaların teknolojik değişimle ortaya çıkan kâr fırsatlarını değerlendirmek için firmanın üretim sürecini ve ürün yelpazesini değiştirmek ve geliştirmek için yaptığı yatırım harcamalarına verilen addır." Firmaların üretim sürecini değiştirmek için son teknoloji makineler alması ve onların birlikte çalışma düzeneklerini yenilemesi süreç inovasyonu, teknolojik değişimi ürünlerin çeşitlenmesi ve farklılaşması yönünde kullanarak ürünleri yenilemesine de ürün inovasyonu adı verilir. Her teknoloji değişimi firmalar için teknik ilerlemeyi getirirken toplumlar için teknolojik paradigma değişimini getirir. Bir Teknolojik Paradigma "bir ekonomide (veya dünya ekonomisinde) genelde kullanılan üretim teknolojisi ve onunla paralel ortaya çıkan ürünleri içeren bir teknik ilişkiler ağıdır." Teknolojik değişim, teknik ilerleme ve bunların sonunda farklı sektör ve firmalarda ortaya çıkan yeni üretim süreçleri ve yeni ürünler, ekonomi ölçeğinde yeni bir teknoloji paradigmasını oluşturur. Her teknoloji paradigmasında ana lokomotif sanayiler yeni üretim teknolojisini kullanan ve yüksek büyüme potansiyeli olan sektörlerdir. Yine her teknoloji paradigmasında öne çıkan ürünler olur, bu ürünler yeni teknoloji paradigmasının sebep olduğu yeni tüketim tarzını yansıtırlar. Bir önceki teknoloji paradigmasının temel sektörleri varlığını kuvvetle devam ettirir, belki onlarda da üretim teknolojisinde ve ürün çeşitliliğinde yenilikler olabilir. İktisatçıların çoğu bugün içinde bulunduğumuz ve sonuna gelmekte olan teknoloji paradigmasını Dijital Teknoloji olarak tanımlamaktadırlar. Bir önceki ise Mekanik Teknoloji olarak adlandırılır. Bir teknoloji paradigmasının başlangıcı ve sonu için net bir tarih vermek zordur ama 1970'lerde Mekanik Teknoloji Sonlanırken Dijital Teknoloji gelişmeye başlamıştır. Dijital Teknolojinin bütün gücüyle öne çıktığı yıllar 1990'lardır ve 2000'lerle birlikte hâkim hale gelmiştir. Dijital Teknoloji'nin 2020'lerde sonlanması ve yeni bir teknolojik paradigmaya geçilmesi beklenmektedir. Bugün dijital teknolojinin son ürünü yapay zekâ bir sonraki teknoloji paradigmasının ana girdisi ve (muhtemelen) ana üretim teknolojisi de nano-teknoloji olacaktır. Ancak süreç sadece teknolojik değişimle kalmaz, teknolojik değişim iktisadi altyapının üretim tarzının değişmesine, o da sosyal üstyapı ve tüketim kalıplarının değişmesine yol açar. Bir sonraki yazım dünyada ve Türkiye'de solun başarısızlığı üzerine olacaktır.
Kaynak: Yeni Birlik
11 Kasım 2024 03:00
Alıntıdır : Haber Kaynağı İçin Tıklayınız
Bu habere çok benzer konularda diğer kaynaklardaki haberlere aşağıdan ulaşabilirsiniz.
İslam Toplumları Kime Benziyor? Noel Ağacı, İslam Ve Geyikli Baba
Öğrenciler müteddeyinlik iddiasındaki gençlere "gerici, mürteci, Atatürk düşmanı" diye saldırırken, kendilerini mütedeyyin zanneden gençler de öğrencilere "kâfir, Allahsız, Batı taklitçisi" demekteler. Bu durum aslında Küreselleşmenin gündelik hayatımıza yansıyan etkilerinden biridir. Bu yazıyı yazdığım Cuma gününün hürmetine Allah-ü Teala bize doğruyu ve eğriyi ayırmayı nasip etsin. "Ey îmân edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidâyete erdirmez." (el-Mâide, 51) Mâide sûresi 120 âyettir. Bu sûre Hudeybiye anlaşmasından sonra, Hicret'in 6. senesinde veya 7. senesinin başlarında vahyolunmuştur. Mushaf tertîbine göre 5, nüzûl sırasına göre 110. sûredir. 51-52. âyetlerin iniş sebebiyle alâkalı şöyle bir rivayet nakledilir: Hâris oğullarından Ubâde b. Sâmit (r.a.) Resûl-i Ekrem (s.a.s.)'e gelip: "Ey Allah'ın Rasûlü, benim Yahudilerden birçok dostum var. Onların dar zamanımda bana yardım edeceklerinden de eminim. Ama ben, o Yahudi dostlarımın dostluğunu terk edip Allah ve Rasûlü'ün dostluğuna dönüyorum; Allah'a ve Rasûlü'ne dostluk besliyorum" dedi. Orada bulunan Abdullah b. Übeyy ise: "Ben, zamanın ilerde başımıza getirebileceği felâketlerden korkan bir adamım. Onun için önceki dostlarımın dostluğundan ayrılacak değilim" dedi. Peygamberimiz ona: "Ey Ebu'l-Hubâb, Yahudilerin dostluğunu Ubâde b. Sâmit'inkine tercih ediyorsan buyur öyle yap!" buyurdu. Abdullah b. Übeyy de: "Evet öyle yaptım" deyince bu (51 ve 52.) âyetler indi. (Taberî, Câmi'u'l-beyân, VI, 372; Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, s. 200-201) Yani bu ayet yeni İslam toplumunun oluşma aşamasında Medine havalisindeki Yahudi kabileleriyle savaş halinde bulunulduğu dönemde Müslüman toplumuna bir kimlik kazandırmak ve onları bir araya getirmek amacıyla o günün şartlarına yönelik olarak inmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar: "Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin! Yahudilerin selamlaşması parmak işaretiyledir, Hristiyanların selamlaşması ise el ile işaret etmekten ibarettir." (Tirmizî, İsti'zân, 7/2695) Kütüb-ü Sitte'den bu hadis yukarıdaki ayetle benzer bir durumu işaret ediyor. Bir tek Gazze'de İsrail Müslümanları katletmekte, buna da hiçbir Müslüman Devletin sesi çıkmamaktadır. İslam Dünyası'nın içine düştüğü durum Batı'ya benzemekten değil, Batı'ya benzememekten kaynaklanır. Büyük saraylar, gökdelenler, yol ve barajlar sahibi bu kavme Hz. Hud Peygamber olarak gönderildiğinde dediler ki: "Biz Allah'a inanırız. O halde bizim gibi zengin ve itibarlı kimseler varken Allah niye senin gibi bir fakiri Peygamber seçti?" Şehirleriyle ve zenginlikleriyle kibirlendiler ve Allah'ın gazabına uğradılar. Hileci ticaretlerine devam ettiler ve Allah'ın gazabına uğradılar. Tek adam saltanatıyla kibirlendiler, "Küçük dağları ben yarattım!" dediler, Allah'ın laneti ve gazabıyla karşılaştılar. Bugün İslam Toplumlarına baktığımızda Batı toplumlarından çok Allah'ın lanetlediği ve gazap verdiği müşrik toplumlara benziyorlar. 30 Aralık 2019 tarihinde bu köşede yazdığım bir yazıda Geyikli Babayı anlatmıştım.
14 Aralık 2024 03:00
Suriye'de Esad Rejimi Neden Çöktü?
Son 10 gün içerisinde Suriye'deki muhaliflerin yıldırım hızıyla ilerlediği iç savaşta Cumartesi gecesinden Pazar sabahına Baas Rejimi kâğıttan kaplan misali dağıldı. Gazetemiz YeniBirlik'te konuyla ilgili 08 Aralık 2024 tarihli haber şu idi, hatırlayalım: Esed rejimi, başkent Şam'da kontrolü kaybedip rejim karşıtı gruplar kent merkezine girmeye başlarken, Esed'in bir uçakla Şam'dan ayrıldığı yönündeki iddialar gündeme oturdu. Suriye'nin başkenti Şam'da göstericilerin kilit öneme sahip yerleşkelere girmesiyle Beşşar Esed rejimi kentin kontrolünü kaybetti. Rejim güçleri, Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve uluslararası havalimanından çekildi. İnternetteki uçuş takip sitelerinde, Şam'daki havalimanından kalktıktan sonra en son Humus'un batısında görülen ancak sonra izi kaybolan bir uçağın Beşşar Esed'i taşıdığı iddia edildi. Söz konusu uçağın radardan kaybolmadan önce 1600 fit yüksekliğe kadar alçaldığı ve "olağandışı hareketler" yaptığı iddiaları ortaya atıldı. Suriye'de 27 Kasım'da yoğunlaşan çatışmaların ardından ülkede Halep, İdlib, Hama'dan başlayarak pek çok bölgede kontrolü kaybetti. 61 yıllık kanlı Baas rejimi ve 53 yıllık Esad ailesi iktidarı sona ermiş oldu. Kamu mallarına zarar verilmemesi çağrısında bulunan Celali, "Kimseye dokunmayacağını söyleyen ve bize elini uzatan muhaliflere elimizi uzatıyoruz." dedi. Celali, "Suriye tüm Suriyelilerin. Bu ülke normal bir ülke olabilir, bu ülke komşularıyla ve dünyayla iyi ilişkiler kurabilir. Bu tercih, Suriye halkının seçeceği yönetime kalmış. Biz, seçilecek yeni yönetimle iş birliğine hazırız. Onlara her türlü desteği sağlayıp devlet dosyalarını kolayca onlara aktarmaya hazırız." ifadelerini kullandı. " Modern devletler meşruiyetlerini Allah'ın seçtiği kutsal bir hanedana veya din adamlarının kutsamasına borçlu değillerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında modern devletin sadece milletin hizmetinde olması ve milletine karşı sorumluluğu değil, aynı zamanda, bütün dünya devletleri tarafından kabul edilmiş ve temel insan hakları çerçevesinde şekillenmiş uluslararası hukuka da bağlı olması gerekir. Örneğin seçimde yüzde 50 oy alan bir iktidar ilk senesinde milletin rızasına muhalif uygulamalar gerçekleştirirse, meşruiyetini kaybedebilir. Siyasi güç hem devleti yöneten siyasi kurumları hem de devletin mekanizmasını teşkil eden bürokrasiyi kapsar. Her milletin içinde birçok farklılık olabilir. Suriye Baas Rejimi toplum içinde azınlıkta olan bir mezhep mensuplarının oligarşisine dayalı, uluslararası hukuka ve millet iradesine dayanmayan, baskıcı ve dışlayıcı kurumlara dayalı bir bürokrasi üzerinde yükselen bir polis devletiydi. Devlet derken bu devlet modern bir devletin özelliklerine sahip değildi. Siyasi gücü neredeyse yoktu, çünkü ne milletin rızasına ne uluslararası hukukun değerlerine dayanmayan, baskıcı bir yönetimi vardı. 2011'den bu yana Rusya ve İran'ın dış desteğiyle ayakta kalan bu yapı, dış desteği kaybettiği anda birkaç para-militer gücün karşısında bile dayanamadı ve dağıldı.
09 Aralık 2024 03:00
Millicilik Mi, Küreselcilik Mi? – I: Küreselleşme Ve Kalkınma İlişkisi
Bu yüzden küreselleşmenin sağladığı serbest ticaret ve uluslararası sermaye hareketlerinin avantajlarından yararlanan, kapalı ekonomi şartlarına göre daha yüksek yaşam standardına kavuşan gelişmekte olan ülkeler ve gelişmiş ülkelerdi. Bu ortamda Afrika ülkeleri, İslâm ülkelerinin çoğu, bazı Güney Doğu Asya ülkeleri fakirlik kısır döngüsünden çıkamıyordu. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi demek hem sıcak para (kısa vadeli yabancı borç) akımlarının hem de doğrudan dış sermaye yatırımlarının serbestçe istediği ülkeye girebilmesi demek. Bu kurallar ise, doğası gereği, gelişmiş ülkeler tarafından ve gelişmiş ülkelerin menfaatleri doğrultusunda oluşturulur ve uygulanır. Kısa vadeli sermaye hareketleri, genelde istikrarsız ve riski yüksek olan ama bunun karşılığında yüksek faiz veya finansal getiri ödemeye razı ülkelere giderler. Sürekli kısa vadeli, sermaye hareketlerine bağımlı olan ekonomiler, belki bu gelen borç parayla, kısa vadede normalde yapacakları harcama ve elde edecekleri milli gelirin üstüne çıkarlar ama uzun vadede artan dış borç yükü adım adım bu ekonomileri döviz krizine sürükler. Bu yüzden doğrudan yabancı yatırımcının gelmesi için ülkenin ihracat potansiyeli olan, kronik cari açığı olmayan, vergi mevzuatında kendilerine imtiyaz sağlayan ve işgücünün nispeten ucuz olduğu bir ülke olması gerekir. Doğrudan dış yatırımcının sermaye yatırımlarında bulunması veya emeklilik fonları gibi uzun vadeli iştiraklerin gelmesi, elbette ki, ülkenin kalkınmasına olumlu katkıda bulunur. Eğer ülkenin sahip olduğu kaynaklar ve küresel sermayenin sağlayacağı imkânlar göz önüne alındığında, bu imkânları uzun vadeli milli hedefler doğrultusunda değerlendirecek politikalar geliştirilebilirse küreselleşme gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarına olumlu katkı sağlayacaktır. Ancak bu uzun vadeli bir süreçtir. Küresel sermayenin olumlu katkısının etkileri uzun dönemde, yani 10-15 yıllık bir periyotta, ortaya çıkabilecekken, ülkenin ahalisi hemen kazanımlar elde etmek ister. Sıcak para yoluyla ucuz ve bol gelen kredilerle sahte bir refah on yılı yaşamak, daha kendi kasabasından çıkmamış insanların Avrupa'ya turistik seyahatleri, artan tüketim çılgınlığı, uzun dönemde bu ülkeleri borç batağına sürükler. "Hocam, olay bu kadar netse, neden ülkenin uzun vadede borç batağına sürüklenmesine yol açan politikalar uygulanır?" Çünkü ahali de, siyasetçi de kısa vadeli hesap peşindedir. Bütün bu anlattığım süreç sonunda dünyada bazı gelişmekte olan ülkeler 2000 -2020 arasında hızla gelişmiş ve kalkınmıştırlar. Bu ülkelerin ortak özellikleri küresel sermaye imkânlarını milli devlet politikaları ile uyumlu hale getirebilmiş, hem dış sermaye hem de planlı devlet yatırımlarını birlikte kullanabilmiş olmalarıdır. Öte yandan bazı gelişmekte olan ülkeler de kendilerini küresel sermayeye teslim etmişlerdir.
30 Kasım 2024 03:00
Toplumsal Süreç Olarak Teknolojik Değişim
Ancak ve ancak mevcut insan uygarlığı "Nuh Tufanı" benzeri bir doğal afetle yıkılırsa her şey sil baştan inşa edilmek zorunda kalır. Teknik ilerleme ise teknolojik değişimin özelde firmanın ve genelde ekonominin üretim kapasitesinde artış sebep olması anlamına gelir. Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, teknik ilerleme "aynı sayıda girdi ile daha çok ürün üretebilmek" ya da "aynı miktarda ürünü daha az girdi ile üretebilmek" anlamına gelir. Bu da "icat" ve "keşifle" ortaya çıkan yeni ürün ve tekniklerin pazarlanabilir veya üretim sürecinde kullanılabilir hale getirilmesi ile olur. Buna da "inovasyon" adı verilmektedir. Teknik ilerleme bağlamında iki farklı inovasyon bulunur: Üretim tekniğinde değişim anlamında "süreç inovasyonu" ve ürünün niteliğindeki değişim anlamında "ürün inovasyonu. İnovasyonun teknik ilerlemeye yol açması için firmanın girişim kapasitesi ve toplumun girişim kültürünün yüksek olması gerekir. Çünkü inovasyon firmaların "fırsat ve tehditleri" hesap ederek icat ve keşiflere yaptıkları yatırımdır. Bunun gerçekleşmesi için teknik ilerlemenin önce diğer sektörlere daha sonra da bütün ekonomiye yayılması gerekir. Ancak, iktisat biliminde büyüme ile kastedilen "bir ekonominin üretim kapasitesindeki" artıştır. Üretim kapasitesindeki artış da her çeşit sermaye ve işgücünün artış hızı, işgücü verimlilik artış hızı, teknik ilerleme hızına bağlıdır. Belli bir üretim teknolojisi altında her ekonominin bir doğal büyüme hızı vardır. Bir ekonominin uzun dönemde daha hızlı büyümesini istiyorsak bu dört oranın artması gerekir. Hem kişi başı gelirin hem de doğal büyüme hızının artması için teknik ilerleme hızı ve işgücünün verimlilik artış oranının artması gerekir. Teknolojik değişimin teknik ilerlemeye yol açması, bunun da doğal büyüme hızını arttırmasından yukarıda bahsettim. Bu yüzden bir ülkede inovasyonların yoğunlaşması isteniyorsa mali imkânların yüksek olması gerekir. Burada "bilginin özel bir mal mı yoksa kamu malı mı olduğu" meselesi karşımıza çıkar. Her bilgiyi kamu malı olarak tasnif edemeyiz (yoksa yazar, sanatçı ve bilim adamlarının telifi gelirler yalan olur!, DMD). Önümüzdeki 20 - 30 yıllık süreçte eğitim ve bilim politikamız, sanayi politikamız, girişim kültürünü kuvvetlendirmek için hem rekabet desteklerini hem de bireysel özgürlükleri arttıracak hukuki ve siyasi reformlarımız, bütün bunları bir ana plan çerçevesi içine alacak teknoloji ve kalkınma politikamızın oluşturulması şarttır.
25 Kasım 2024 03:00
Demokrasi Nereye Gidiyor? Iıı
Son dönemde genelde medyada "aşırı sağ" ya da "uç sağ" olarak tabir edilen benim "popülist sağ" dediğim bir siyasi akım Avrupa ve Amerika'da güçlenmekte. Sol partilerin doktrinleri ve teşkilatları "eski sol" diye tabir edilen klasik sol siyasetten farklılaşmıştı. Bu yüzden öncelikle "Küreselleşme nedir?" sorusunu cevaplandıralım, sonra sol siyasetin boşalttığı muhalefet koltuğunu dolduran popülist sağı bu bağlamda değerlendirelim. Bu yüzden sadece özetleyeceğim. Milli devletlerin para ve maliye politikalarının etkinliğinin azalması Finansal piyasalarda artan volatilite ve belirsizlik Hem ülkeler arasında hem de ülke içinde artan gelir ve servet eşitsizliği Fakir ülkelerden gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelere artan kayıt dışı göç Aile değerlerinin ve milletleri bir arada tutan aidiyet duygusunun zayıflaması KÜRESELLEŞMEYE TEPKİ OLARAK DOĞAN POPÜLİST SAĞ Her şeyden önce, 20'inci yüzyıldan kalma yerleşik siyasi yapının sağ kanadı, içinde bulunduğu toplumun en seçkin zümreleri arasından, onların tercih ve çıkarlarını seslendirmek amacıyla oluşturulmuştu. O yüzden popülist sağ siyasetin ismindeki "sağ" sözcüğünden başka klasik sağ partilerle benzerliği yoktur. Klasik sağ Batı demokrasilerinde "yerleşik düzenin" ve onu kuran zümrelerin temsilcisi iken bugün "woke kültürünün" ve Küreselleşmenin hâkim olduğu paradigmada Batı ülkelerinde "henüz yerleşememiş" düzenin ve onun hâkim zümrelerinin temsilcisi geçen yazıda bahsettiğim "Üçüncü Yolcular" veya kendilerine verdikleri isimle "liberal solculardır". Emperyalizme karşı, işsizlik ve emek sömürüsüyle mücadele eden bir solun olmadığı durumda sağdan alınan bazı kavramlar üzerine popülist söylemlerle halkı cezbeden "popülist sağ" hareketlerin gelişmesi kaçınılmazdı. Bu yüzden popülist sağ siyaset artan eşitsizlik ve işçi sınıfının fakirleşmesine duyulan tepkinin amorf bir sonucudur. Popülist sağ hareketlerin her biri "karizmatik liderler" üreten kurumlardır. Karşısında bir liderliği olmayan ama popülist liderin tanımladığı elitlere birebir uyan siyasi tercihleri ile Üçüncü Yolcular vardır. Sonuç kaçınılmaz olarak popülist sağ iktidardır. Yani karşımızda elle tutulur bir doktrinleri yoktur. Bu yüzden "popülist sağ" iktidarlar iktidarı ele geçirdikten sonra iktidarlarının kalıcılığını sağlamak için otoriterleşme eğilimlerine girerler. Bunu halka kabul ettirirlerse, popülist sağ iktidar özgürlükçü olmayan ve otoriter bir rejim tesis eder. Sağlam ve halkın ihtiyaçlarına kalıcı çözümler öneren bir doktrini, güçlü ve halka ulaşan bir teşkilatı ve demokrat bir liderliği olan bir siyasi hareket gelişirse, popülist sağ dönemi de kapanır.
18 Kasım 2024 03:00
Demokrasi Nereye Gidiyor – Iı
"Görünen o ki, bugün gelişmiş Batı ülkelerinde demokrasinin klasik şekli olan sınıflara dayalı siyaset zayıflamakta ve kimlik siyaseti öne çıkmaktadır. Vermont'u 2007'den bu yana temsil eden ve Demokratların başkanlık adaylığı için iki kez yarışan bağımsız Senatör Bernie Sanders, 5 Kasım 2024 Salı günü Demokratların seçim başarısızlığına dair açık bir teşhis sundu. Sol siyaset, toplumsal eşitliği ve eşitlikçiliği destekleyen ve elde etmeye çalışan, genellikle bir bütün olarak toplumsal hiyerarşiye veya belirli toplumsal hiyerarşilere karşı çıkan çeşitli siyasi ideolojileri tanımlar. Sol-sağ siyasi yelpazede, Sol ve Sağ, Fransız Devrimi sırasında, Fransız Ulusal Meclisi'ndeki oturma düzenine atıfta bulunarak icat edildi. Sol teriminin kullanımı, 1815'te Fransız monarşisinin yeniden kurulmasından sonra Bağımsızlar için de kullanıldığında daha belirgin hale geldi. Sol olarak kabul edilen ideolojiler, belirli bir zaman ve mekandaki siyasi yelpazedeki yerleşime bağlı olarak büyük ölçüde değişiklik gösterir. 18. yüzyılın sonunda, ilk liberal demokrasilerin kurulmasıyla birlikte, Sol terimi Amerika Birleşik Devletleri'ndeki liberalizmi ve Fransa'daki cumhuriyetçiliği tanımlamak için kullanıldı; bu terim, Fransa'nın geleneksel muhafazakarlar ve monarşistlerden oluşan sağcı siyasetine göre daha az derecede hiyerarşik karar almayı destekliyordu. Modern siyasette Sol terimi tipik olarak klasik liberalizmin solundaki ideolojiler ve hareketler için kullanılır ve ekonomik alanda bir dereceye kadar demokrasiyi destekler. Bugün, (bizim aydınlatılmışların liberal sol dediği) sosyal liberalizm ve sosyal demokrasi gibi ideolojiler merkez sol olarak kabul edilirken, Sol tipik olarak işçi hareketi, sosyalizm, anarşizm, komünizm, Marksizm ve sendikalizm de dahil olmak üzere 19. ve 20. yüzyıllarda öne çıkan ve sistem olarak kapitalizmi eleştiren hareketlerin genel adıdır. Buna ek olarak, son "sol terimi" aynı zamanda dönemde (Blair – Clinton – Schröder tarafından öncülük edilen ve solun kendi doktrininden uzaklaşmasıyla sonuçlanan Üçüncü Yol ile başlayan süreçte) sivil haklar hareketi, feminist hareket, LGBT hakları hareketi, kürtaj hakkı hareketleri, çok kültürlülük, savaş karşıtı hareket ve sivil haklar hareketi dahil olmak üzere kültürel açıdan liberal toplumsal hareketlerin geniş bir yelpazesine de uygulanmaktadır. Bugün iktisadi eşitsizliğin ve emek sömürüsünün her ölçekte arş-ı âlâya çıktığı, toplumların içinde hem yaşam güvenliğinin hem de sosyal güvencenin yok olmaya yüz tuttuğu ortamda sol siyasetin öne çıkması gerekirdi. Çünkü sol partilerin teşkilatları, çoğunlukla, emek taraftarlığından, geniş çalışan sınıfların iktisadi kazanım mücadelesinden vaz geçerek kendini Küreselleşmeci, çevreci, azınlıkçı ve marjinal yaşam tarzı savunucusu olarak tanımlayan başka bir teşkilata dönüştü. Eski sol olarak adlandırılan sol partilerin teşkilatları (ki İngiliz İşçi Partisi teşkilatı hala daha öyledir) işçi sendikalarına dayanırlardı. Sendikalar örgütlü emek güçleridir ve sol partiler bu sayede düzenli ve örgütlü teşkilatlara kolaylıkla ulaşırlardı. Burada iki önemli tercih var: Birincisi üretim ve emek mücadelesinden tüketim ve yaşam tarzı mücadelesine geçiş, ikincisi de kitlesel ve sınıfsal mücadeleyi temel alan sol siyaset pratiğinden bireysel haklar ve bireysel mücadeleye (homoseksüellerin bireysel yaşam tarzı tercihleri ya da kadınların bireysel kürtaj yapma hakları gibi) yöneliş. Doktrindeki değişim daha çarpıcıdır. Üçüncü Yolcular bazı temel etkenleri veri alarak sol siyaset doktrinini yeniden oluşturmak istediler. Ama üzülerek belirtelim ki, lider de çıkmamıştır.
16 Kasım 2024 03:00
Kasabanın Şerifi Geri Dönerse Türkiye'yi Nasıl Etkiler?
Öncelikle şunu baştan söyleyelim: ABD'de kim başkan seçilirse seçilsin ana politikalarında çok büyük değişiklik olmaz. ABD'nin değişmez bazı müttefikleri vardır, İngiltere, İsrail, AB, Avustralya gibi. ABD'nin uzun vadeli küresel stratejisini belirlerken bunlar kolay kolay değişmez. Bu kırılma anlarında ana stratejinin (ABD'nin askeri ve ekonomik güvenliği ve egemenliğini korumak) koyduğu hedeflere nasıl ulaşabilecekleri hakkında bu kurumlar içerisinde görüş farklılıkları olabilir. Örneğin Obama'nın ikinci dönemi ve Biden dönemlerinde Türkiye bölgesel müttefiklikten güvenilmez müttefikliğe düşmüştü, (elbette bunu deklare etmezler ama ABD'nin beslediği uluslararası kurumlardan çıkan kararlar, ABD'nin Türkiye aleyhine gelişen bölge politikası ve benzeri eylemlerden bu sonucu çıkarabiliriz, DMD), Trump döneminde de K.Kore ile bir yumuşama sergilenmişti. Öte yandan ABD'nin küresel hegemonyasını arttırmayı hedefleyen, bunun için de dünyada savaşları körüklemeyi planlayan kesimleri de Harris temsil ediyor. Bu da ABD'nin bütün gücüyle bir strateji etrafında çalışmasını engeller, işler sürüncemede kalır. Küreselleşme ile birlikte Güney Amerika ve Güney Asya ülkeleri başta olmak üzere milyonlarca mülteci, kaçak ve sığıntı ABD'ye yerleşmiştir. Şimdi Trump demektedir ki, "Gelen yabancıları, sığıntı ve kaçakları göndereceğim, onlar yerine Amerikalılara iş imkânları yaratacağım." Bunu tamamlar şekilde dışarıya kaçmış ABD sermayesini de tekrar ABD'ye dönmeye teşvik edecektir. Tabii ki, Çin. Çünkü ABD sermayesinin en fazla kaydığı, ABD'nin en fazla ithalat yaptığı ve ABD'nin ekonomik güvenliğini en fazla tehdit eden ülke Çin'dir. Trump'ın ve ona yakın düşünen ABD kurumlarının İsrail'e destek olacak bir müttefik bulmaları gerekir. ABD beslemesi PKK'yla olacak iş değildir bu. Çok da aramaya gerek yok, bu ülke Türkiye'dir. Böyle bir durumda Türkiye'den istenecek şey ise NATO ittifakındaki konumunu sarsacak ilişkilerden kaçınması olabilir. Bence tarife artışından kaynaklanacak maliyet barışın sağlayacağı risk düşüşü ve Türkiye'ye ABD desteğiyle gelecek olan sermaye akışından kaynaklanacak kazancın çok altında kalır. Tabii ki Kamala Harris'e…
04 Kasım 2024 03:00
Kasabanın Şerifi Geri Döner Mi?
DÖRT YIL ÖNCEKİ YAZIMIN HATIRLATTIKLARI… Bu satırların düzenli okuyucuları bundan dört sene önce yazdığımız 06 Kasım 2020 tarihli "KASABANIN ŞERİFİNE VEDA MI EDİYORUZ?" adlı yazıda veda ettiğimiz Donald Trump'ı ve ona ithafen kullandığımız "Kasabanın Şerifi" lakabını hatırlayacaklardır. "Eğer ikinci dönem başkanlığını kazanırsa, Kasabanın Şerifi, bugüne kadar dile getirdiği söylemleri daha pervasızca hayata geçirmeye çalışacaktır. ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve Soğuk Savaş sonrası iyice pekiştirilen ve kendilerinin "establishment" olarak adlandırdığı kurulu düzenini yıkmak için daha fazla ve daha somut adımlar atacaktır. Ne dünya eski dünya, ne de ABD eski ABD! Kendi fikri olmayan, adeta arkasında bulunan yamalı bohça koalisyonun etkisiz bir temsilcisi görüntüsü veren Biden'ın daha pasif bir Başkan görüntüsü vereceği kesin. Bütün bunlar aslında Biden ve şimdi de Harris'in teslim ettiği, arkasındaki savaş lobisinin desteği ile ABD merkezli tek dünya devletine gidecek, tarihsiz ve kültürsüz bir dünya toplumunu zorla bütün dünya milletlerine dayatacak, millet gerçeğini ve milli devlet kurumlarını ortadan kaldırmaya veya en azından zayıflatmaya çalışacak bir küresel emperyalizm sürecinin göstergeleridir. Bu bizi olduğu kadar ABD'yi bile tehdit edecek bir olgudur. Bugün itibariyle ABD bir yol ayrımındadır: Ya 1990'lardan kalma "Tek Süper Güç" konumundan vazgeçip kendi kıtası ve kendi bölgesine çekilecek ya da "Tek Süper Güç" konumunu korumak için askeri ve ekonomik gücünü kullanacak. Trump birinci şık olan kendi içine dönerek kuvvetlenen ABD seçeneğinin kötü ve demagojik bir temsilcisi iken, Kamala Harris ve arkasındaki koalisyon da ikinci seçeneğin temsilcisidir. 1990 yılında Berlin Duvarı'nın çökmesi ve SSCB'nin dağılması ile sonuçlanan süreç ardından Soğuk Savaş bitmişti. Soğuk Savaş (genç kuşaklar için bu masal gibi geliyor biliyorum ama biz içinde yaşadık, hatırlatalım; DMD) 1946 – 1990 arasında dünyanın merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in ifadesiyle "hür dünya ittifakı" yani ABD merkezli NATO ittifakı ile Sovyet Rusya merkezli komünist blok arasında bölündüğü, her ittifakın üyesi ülkeleri ittifakın askeri stratejisine göre şekillendirdiği, her iki tarafta da diğer ittifak hakkında biz sıradan insanların ciddi bir dezenformasyona / yanlış bilgilendirmeye maruz kaldığı, bütün ülkelerin çıkacak bir nükleer savaşta alacakları rollere göre konumlandığı, hiçbir ülkenin içinde bulunduğu ittifaktan bağımsız hareket edemediği bir dünyayı anlatmaktadır. Soğuk Savaş bittiği ve ABD tek süper güç olarak kaldığı anda, bazı düşünürler "artık tarihin sonunun geldiği, bütün dünyanın liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçmesi gerektiği, bunu yapanların ayakta kalıp, yapmayanların yok olacağı, ABD'nin merkezinde olduğu tek dünya devletine gidişin başladığı gibi görüşler dolaşıma sunuldu. Bütün dünyayı ABD'nin tek başına yönetmesi imkânsızdı. Bütün dünya denizlerinde dolaştırılan uçak gemileri ve dünyanın her tarafında hazır ve nazır bulunan ABD askerleri ciddi bir bütçe açığına yol açtı. 1990 öncesinde "özgürlüğün ve demokrasinin temsilcisi" olarak bilinen ve çoğu insan tarafından "sempatiyle" bakılan ABD, Ayetullah Humeyni'nin dediği gibi "büyük şeytan" olarak adlandırılmaya başlandı. Dünyanın farklı yerlerine, özellikle Çin'e, üretimi kaydıran büyük ABD firmaları ABD'nin kendi içinde hem işsizliğin hem de dış ticaret açıklarının artmasına yol açtı. Bunlara göre ABD başka ülkelerin sorunlarını çözmek için savaşa girmemeli, yabancı mal, insan ve firmaların ABD'ye girmesi önlenmeli, küçük üretici ve orta sınıflar desteklenmeli, ABD yeni bir izolasyonist döneme girmeliydi.
02 Kasım 2024 03:00
Yeni Çözüm Sürecinin Ekonomi Politiği
Salı günkü Meclis Grup Toplantısında MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli hepimizin bildiği gibi yeni bir çözüm sürecini başlatacak fitili ateşledi. Bu yüzden Sayın Bahçeli'nin partisinin ve içinde bulundukları Cumhur İttifakının siyasi geleceği için 40 yıldır söylediklerini bir çırpıda çöpe atmasına hiç şaşırmadım. 25 senedir İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesiyim. 7 yıldır YeniBirlik yazarıyım. Öncelikle her şeyi açık bir şekilde konuşmaktan yanayım. Türkiye'de uzun yıllardan beri kendileri ve -özellikle- liberal sol aydınlatılmışlar tarafından "Kürt Siyasi Hareketi" olarak tanımlanan yapı, esasen, bölücü terör örgütü PKK'nın şehirdeki siyasi propaganda koludur. Cevap açıktır: Kendi kontrollerinde bağımsız bir Kürt Devleti. Kendilerini "Kürt Siyasi Hareketi" olarak tanımlayan bu arkadaşlara göre bu ülke Büyük Kürdistan'dır. Yine kendilerinin bildirdiğine göre "Kürt Siyasi Hareketi" "devrimci, feminist, çevreci, sosyalist" bir harekettir. Ancak son 7-8 yılda Rojava "pratiğinde" (!) hepimizin gördüğü durum bambaşkadır: Kürt olmayan Arap ve Türkmenlerin zorla yerlerinden sürüldüğü, kendilerine karşı olan Kürtlere her türlü baskının yapıldığı, hukukun ve devlet nizamının değil kaba kuvvetin egemen olduğu bir yapı… Yeni çözüm süreci başladı ve sonuçlandı. Bölücü eşkıya ve terör örgütü silâh bıraktı. Aslında Kürt kökenli kardeşlerimizin alınan devlet hizmeti, siyasi temsiliyet, vatandaşlık hakları açısından hiçbir eksiklikleri yoktur. Yani "Kürt Siyasi Hareketi" adıyla PKK ülkenin bir kısmında kendi bayrağı, kendi ordusu ve polisi, kendi meclisi ve resmi dili olan bir özerk yönetimde tam hâkim olurken, ülkenin geri kalanında da merkezi yönetimde ortak olmak istiyor. Diyelim ki Türkiye başta sözde Kürdistan olmak üzere birkaç eyalete bölündü. Her eyalet kendi vergisini toplayabilme, kendi eğitim, sağlık, güvenlik hizmetlerini verme hakkına sahip oldu. Çünkü Türkiye'nin doğu bölgesindeki vilayetlerden toplanan vergi o vilayetlere yapılan kamu harcamalarının yüzde 20'sini bile karşılayamaz. Merkezi Hükümet destek çıkabilir, denebilir. Özetleyecek olursak sözde Kürdistan'ın kurulması bölgenin bugünkünden daha da fakirleşmesine, özgürlüğün artmasının tersine karanlık bir baskı rejiminin kurulmasına yol açar. O da başka bir zaman inşallah…
26 Ekim 2024 03:00
Narin Kızı Öldüren Yapı: Aşiret-2
Eski Osmanlı kaynaklarına bakarsanız aşiret göçebe oymakları tanımlamak için kullanılır. Bu aşiretlerin çoğu göçebe geleneğinden değil yerleşik tarım ekonomisi geleneğinden gelir. Aşiret, yönetici aileye soy veya hısımlık bağıyla bağlanmış ailelerden oluşur. Ekip biçtikleri topraklar aşiretin yönetici ailesinindir. Aşiret mensuplarının bir kısmı şehirlerde yine aşiretin yönetici ailesinin sahip olduğu şirketlerde, iş yerlerinde çalışırlar. Aşiret mensubu olmak demek, her şeyden önce soy olarak aşiretten olmayı gerektirir. Aşiret bağlarının şehirlerde ve sanayi kapitalizmi içinde nasıl ayakta kaldığı da önemli bir sorudur. Bunun karşılığında aşiret hiyerarşisini aynen korumasını, sadakatini ister. Aşiret mensubu da normalde şehirde sahip olamayacağı imkânlara kavuşur. Bir aşiret mensubu için varlığının sebebi ve anlamı o aşiretin mensubu olmaktır. Aşiretin kapalı bir topluluk olduğundan bahsetmiştim. Bunun anlamı aşiret içi insan ilişkilerinin Töre'ye göre düzenlenmesidir. Aşiret içi bir suç işlenirse, hesabı aşiretin içinde görülür. Bir aşiret mensubunun kendisi ve ailesi için en uygun çözüm aşirete ve Töre'ye karşı çıkmamak olacaktır. Çünkü aşiret mensubiyeti hem bu dünyada hem öte dünyada ona kendisinin sahip olamayacağı mükâfatlar sunacaktır. Öte yandan aşiret yönetimi ve Töre'sine karşı gelirlerse hem bu dünyada hem de öte dünyada hayatı kendisi ve ailesi için Cehenneme dönebilir. Üyeler, bu organizasyona bağlı olarak menfaat elde ederler. Sanayi toplumu şartlarında tarım toplumunun ilkel feodal yaşam tarzını devam ettirmeyi amaçlayan aşiretlerde (ve cemaatlerde, DMD) kadın bir kuluçka makinesi, ev işlerini yapan bir hizmetçi olarak görülür. Eğer toplum düal bir iktisadi yapıda ise, olur. Yani ülkenin yarısı Avusturya standartlarında modern bir sanayi ekonomisi şartlarında yaşarken, diğer yarısı Pakistan standartlarında tarım ekonomisi şartlarında yaşarsa olur. Cumhuriyetin kuruluşundan beri tartışılan ve 1950 sonrası (Hamdolsun, yerli ve milli siyasetçilerimiz sayesinde) rafa kaldırılan toprak reformu yapılmazsa olur.
16 Eylül 2024 12:58
Narin Kızı Öldüren Yapı: Aşiret-1
Sonra topluluk türleri ve topluluk ilişkilerini sınıflandıralım. Alman sosyolog Ferdinand Tönnies, 1887 tarihli "Gemeinschaft und Gesellschaft / Topluluk ve Toplum" adlı klasik eserinde iki tür insan birlikteliğini tanımladı: Gemeinschaft (genellikle topluluk veya cemaat olarak çevrilir) ve Gesellschaft (toplum veya cemiyet). Topluluk, kişisel sosyal etkileşimleri ve bu etkileşimlere dayalı rolleri, değerleri ve inançları içeren insan grubudur. Topluluklar genellikle kişisel sosyal bağlara göre küçük olsa da, "topluluk" aynı zamanda milli topluluklar, uluslararası topluluklar ve sanal topluluklar gibi büyük gruplara bağlılığı da ifade edebilir. Bununla birlikte Uluslararası Yazarlar Birliği üyeliği veya Müslüman ve Hristiyan olmak gibi milli sınırları aşan topluluklar da olabilir. 1.Konum Tabanlı Topluluklar: Yerel mahalle, banliyö, köy, kasaba veya şehir, bölge, ulus ve hatta bir bütün olarak gezegen arasında değişir. 2.Kimliğe Dayalı Topluluklar: Yerel klik, alt kültür, etnik grup, dini, çok kültürlü veya çoğulcu medeniyet veya günümüzün küresel topluluk kültürleri arasında değişir. 3.Örgütsel Temelli Topluluklar: Aile veya ağ tabanlı loncalar ve dernekler etrafında gayri resmi olarak örgütlenen topluluklardan, daha resmi, birleşik derneklere, siyasi karar alma yapılarına, ekonomik girişimlere veya küçük, ulusal veya uluslararası ölçekte mesleki derneklere kadar uzanır. 4.Kasıtlı Topluluklar: Önceki üç türün bir karışımı olan bunlar, manastırlar ve tekkelerden modern eko-köylere ve konut kooperatiflerine kadar uzanan, ortak bir sosyal veya manevi amacı olan oldukça uyumlu yerleşim topluluklarıdır. (James, Paul; Nadarajah, Yaso; Haive, Karen; Stead, Victoria (2012). Buna bağlı olarak topluluk içi ilişkileri aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz: 2.Yaşam Tarzına Bağlı topluluk ilişkileri. a. Ahlaki olarak sınırlı topluluk yaşamı: Birçok geleneksel inanca dayalı topluluk tarafından benimsenen bir yaşam biçimi. c. Yakınlığa Bağlı Topluluk İlişkileri: Komşuluk veya iş ortaklığının bir kolaylık topluluğu veya bir yer topluluğu oluşturduğu durum. 3. Önceden Planlanmış Topluluk İlişkileri. Aşiret bir kapalı topluluktur. Kapalı topluluklar dini, etnik veya politik nitelikte olabilir. Aşiretler ise böyle değildir. Topluluk İlişkileri açısından da yer ve yaşam tarzına bağlı ilişkilere dayanır. Suç sumen altı edilir.
14 Eylül 2024 12:58
Sezar'ın Hikayesi: Yeni Roma
Sezar iktidarın beş yüzünden dördünü etkin olarak kullanmaktaydı. O zamana kadar kendine karşı koymayan, karşı koysa bile gücü yetmeyen, olup bitenlere ses çıkaramayan senatörler Sezar'ın diktatör ilan edilmesinden 1 sene sonra hep beraber Senato'da Sezar'ı öldürmüşlerdi. Bunun sonucu Sezar taraftarları ve karşıtları arasında bir iç savaş çıkmış ve iç savaş sonunda Roma Cumhuriyeti Roma İmparatorluğuna dönüşmüştü. Daha önceki yazıda anlattığım gibi Roma Cumhuriyeti İtalik Yarımadasında bir şehir devleti idi. Roma sınırlarını koruyan yüz binlerce lejyonerin büyük kısmı Roma Vatandaşı olmayanlar arasından seçilmekteydi. Sezar elde ettiği mutlak gücü korumak ve Roma yönetimini ulaştığı sınırlara uygun olarak yeniden düzenlemek istiyordu. Bu projesinin adı da "Yeni Roma" idi. Aslında Sezar'ın Yeni Roma'sı iktisadi ve siyasi bir değişim ihtiyacını yansıtmaktaydı. Sezar ise değişimin hızlı olması gerektiğini düşünüyordu. YASAMA VE YARGIDA REFORM: İmparatorluğu daha iyi yönetmek ve destekçilerini makamlarla ödüllendirmek için yargıçların ve senatörlerin sayısını (600'den 900'e) artırdı. Yani asilzadeler arasına kendi lejyonerlerini yerleştirmek ve onları toprak sahibi asilzadeler yapmak, rakip asilzadeleri Roma'dan uzaklaştırmak için Roma dışı şehir ve kolonilere göndermek ve yargıç, senatör ve tribünler arasına kendi yandaş adamlarını yerleştirmek amaçlanmaktaydı. Bunlara ek olarak nüfus ve siyasi temsiliyeti de değiştirmek istiyordu. Sezar, nitelikleri sıkılaştırarak tahıl üretim hacmini 320.000'den 150.000 ton civarına düşürdü. (Yani Sezar "Galyalı mülteci kardeşlerimiz!", diyordu) Romalı asilzadelerin toprak, gelir ve siyasi gücü azalırken, Sezar ve "mülteci kardeşlerinin" gücü ve serveti artmaktaydı. Bütün bunların sonucunda diktatör ilanından bir sene sonra Senatörlerin çoğunluğunun katıldığı kumpasla, Sezar, Senato'da öldürüldü. Aslında kendisi Cumhuriyet'i ortadan kaldırmak istemiyordu, büyüyen devleti yeni ölçeğine göre yeniden yapılandırmak ve ölene kadar tek güç kalmak istiyordu.
07 Eylül 2024 03:08