AKP, Kürt sorununu yok saymanın yanı sıra CHP'yi topluma "terörist" olarak tanıtma politikası kurmaya çalışıyor. Türkiye'de "Kürt varlığı"nın "Kürt sorunu"na dönüşmesi çok talihsiz bir gelişme. Zaten "Kürt sorunu yoktur" diye kavga edenler bunun bir sorun haline gelmesinde en belirleyici rolü oynayanlardır. "Barış" dendi, iyi oldu, ama şimdi işler iyi yürümüyor. Tayyip Erdoğan kendisi için çıkar yolun faşizan bir rota izlemek olduğuna karar vererek bugün de devam ettirdiği çizgiye sapınca ne "barış" kaldı, ne "çözüm". Elbette var, ama kendi söylediğini ciddiye alan bir siyaset adamı PKK'yı kolayca "oyun bozucu" konumuna itebilir (zaten oradaydı), barış isteyen çoğunlukla yoluna devam edebilirdi. Böylece bugünlere geldik. Erdoğan'ın saptığı patikadan dönüş olduğunu da düşünmüyorum. Şimdi Erdoğan "Kürt sorunu yoktur" diyenler cephesinde. "Normalleşme" üstüne bir edebiyat yaptıktan sonra yeni "kayyum" politikaları Tayyip Erdoğan'ın siyaset yapma üslubu hakkında iyi fikir veriyor. Barış yapan iki kişiden biri varılan sonuçtan tam memnun, öbürü ise hoşnutsuz ise demek ki "barış" olmamış, bir tarafın kendi iradesini dikte etmesi gerçekleşmiştir; bu da "barış" değildir. Türkiye'nin Kürt nüfusu "dikte edilen" koşulları, birlikte varolma biçimini kabul etmeyecektir.
Kaynak: T24
11 Kasım 2024 00:55
Alıntıdır : Haber Kaynağı İçin Tıklayınız
Bu habere çok benzer konularda diğer kaynaklardaki haberlere aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Nazar
Üniversitede, "İngiliz Filolojisi" bölümünde sınıf arkadaşıydık. Acelesi yoktu aslında, Nazar'ın. "Tören Cumartesi'ye" dediler, "Patrikhane kilisesi, Asvadzadzin'de." Gittik Kumkapı'ya. Altmışlı yılların birinde, Aralık ayı. "Girelim mi?" Girelim. Asıl Noel'i Ocak'ta ve gündüz kutladıklarını, örneğin. Nazar sordu: "Gidelim mi? Görmek ister misin?" Hemen "isterim" dedim. Asvadzadzin, "Tanrı'nın Annesi", yani Meryem Ana. Nazar, "kutsal ekmeği alalım" dedi. Nazar kısaca anlattı: "Patrik'in önüne gelince ağzını açacaksın, ağzına ekmeği koyacak, çiğnemeden yutacaksın." Patrik, orada, mihrap kısmında oturuyor, tören giysileriyle. "Yahu, beni bırakıp nereye savuştun? Ödüm koptu!" Gülüyor. Bir yıl da Kasım semestre tatilinde evinde ziyaret etmiştim.
02 Aralık 2024 01:35
Bu Günlerin Siyasi Bulmacası
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan Bu günlerin siyasi bulmacası Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan 'a çıkardığı davetiyeden Tayyip Erdoğan'ın haberdar olması ya da olmaması. Bu "ya da"nın iki yanında yer alan "olma" ve "olmama" şıkları birbirinin tam karşıtı; buna rağmen, ikisini de hararetle savunanlar var. İlginç gelişmelere hazır olmak! Ancak, en başta Tayyip Erdoğan Cumhur İttifakı'nın ayakta ve uyum içinde olduğunu söylüyor. "Bulmaca konusunda ben "haberi olmalı" tezine daha yakın durmakla birlikte öbür kanadın tezine de kolaylıkla "yanlış" diyemiyorum. Söz konusu ittifakı oluşturan iki partinin genel yaklaşımları bana son derece ters olduğu için çok zaman neyi niçin yaptıklarını anlayamıyorum. Kendileri için yararlı olanı seçip ona göre davrandıkları kanısında da değilim. Ama zaten "yararlı" olanın ne olduğu konusunda da soru işaretinden geçilmiyor. Benim "Bahçeli için yararlı" bulduğum şeyi Bahçeli'nin aynı şekilde görmemesi normal. Malum, MHP'nin milliyetçiliği ile AKP'nin milliyetçiliği aynı şey değil. AKP ile MHP bozuşsalar, şu anda hüküm süren tuhaf koalisyon çökse, "fena mı olur?" Yoo, hatta bayağı iyi olur.
19 Kasım 2024 01:17
Dış İlişkiler
Tayyip Erdoğan Türkiye'nin dış politikasını "monşerler"in elinden kurtardı. O elinden geleni yaptı, "kurtardı" ama bu kurtuluş bizim için iyi mi oldu, kötü mü hiç emin değilim Derken, muhtemelen T ayyip Erdoğan ayağını daha sağlam yere bastığını düşündüğü için, durum değişti. Erdoğan "dış ilişkilerle ilgisi olmayan ekonomik alanda verdiği kararlar sonucunda şu anda geldiği yere geldi. "Dış ilişkiler" sözkonusu olduğunda AB ve başkaları tahmin ettiğim gibi davranmadılar. Sanırım dönemin önemli afeti "göç" olayında Tayyip Erdoğan'a bir "dalgakıran" işlevini uygun gördükleri için (ve muhtemelen Erdoğan'ın fevri davranışlarından ürktükleri için) iktidarın hukuku altüst eden karar ve uygulamalarına fazlasıyla yumuşak davrandılar. Ama bunu söylemek Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'nin dış ilişkilerini iyi bir şekilde sürdürmeye devam edeceği anlamına gelmiyor. Amerika'nın en önemli müttefikimiz olduğunu Erdoğan kendisi de söylemişti. Ama ayrıca, yemeğe katılmayıp yurda dönme kararının Biden'ın hayatını karartacak ve Erdoğan karşısında edebini takınmasını sağlayacak bir olay olduğu kanısında değilim. Bayılmadığımızı her fırsatta söylüyoruz onlara.
18 Kasım 2024 00:59
Hangi Oyunu Oynuyoruz?
Diyebiliriz, çünkü bu işler ve daha pek çok acaip işler olurken AKP'nin oy potansiyeli de daralıyor. Bunu şimdi yaptığını söylemek pek doğru değil, çünkü iktidar her fırsatta kural dışına çıktığını ve bunun sonucunda "kural" denecek bir şey kalmadığını zaten yeterince sergilemişti. Kural olmayınca neyin "kural bozmak" olduğu da anlaşılmıyor. Bu sonu başından belli oyunu AKP özellikle İstanbul Belediye Başkanlığı seçimini kaybedince icat etti. AKP yenilmişti; Tayyip Erdoğan yenilmişti. Kendisine "ahmak" demenin meşru sayıldığı, "Sözü söyleyene iade ediyorum" demenin hem de iki buçuk yıllık cezaya çarptırılabildiği AKP mahkemesi görevini yaptı. Bu her atletik olayda "faul" sayılacak bir fiildi. İktidar bir şey yapıyor. AKP kendisi de sanırım bunun farkında. Demem o ki bu koşullarda AKP kendi istediği çözümü "oy" kurumunun geçerli olmadığı bir zemine taşımaya karar verebilir.
04 Kasım 2024 00:46
Şaşırtan Öneriler
Bahçeli'nin önerdiği çözüm pek kamufle edilmeyecek bir şekilde Selahattin Demirtaş'ı "tasfiye" ediyor. Bahçeli bu rolü sever. Bahçeli şimdi Kürtleri sevmeyen bir Türk'ün Türk, Türkleri sevmeyen bir Kürdün ise Kürt olamayacağını söylüyor. "Gelsin, Abdullah Öcalan, Büyük Millet Meclisi'nde konuşsun," diyor! Şimdi, "Meclis'te konuşsun" dediyse, demek ki Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılmasını da önermiş oluyor. Sözünü ettiğimiz şey "barış". Barış, bir tarafın öbür tarafa kendi iradesini dikte etmesi demek değildir. O bakımdan Bahçeli'nin Öcalan için biçtiği rol gerçekçi ama var olan yasal yapıya uymuyor. Selahattin Demirtaş-Abdullah Öcalan Siyasette rakibin atacağı yanlış adımlardan yararlanmak kurala uygundur. Ağır müebbede mahkûm bir Abdullah Öcalan'ın tam da söylediğim "Bir tarafın öbür tarafa kendi iradesini dikte ettiği" türden bir barış durumuna uygun bir "muhatap" olacağını düşünüyorum.
27 Ekim 2024 00:49
"Normalleşme" Üstüne
İktidarın iki merkezi de buna katkıda bulundu. Erdoğan "normalleşme"nin faydaları üstüne eğitici sözler söyledi ama Devlet Bahçeli'nin yaklaşımı sanki daha dikkate değer bulundu. Yani "havan dövücü"yü (Erdoğan) "hınk" diyerek izlemekten öte, onu geride bırakan sözler söyledi. Üç aşağı beş yukarı, "kontratsız ittifak"ın büyük ortağını temsil eden Tayyip Erdoğan'ın davranışı da bundan fazla farklı değildir. Ama toplumun büyük kısmı bunun peşinde değil. Ancak ben Tayyip Erdoğan'ın ve yakın çevresinin "gerilim politikası"ndan yorgun düştüğü kanısında değilim. Onların Türkiye'yi görmek istedikleri yer gerilimin dik alası olmadan varılacak bir yer değil. Her ikisi de (Erdoğan ve Bahçeli) "dava"sı olan siyasi önderler ve birlikte çalışmanın o davaya yarar sağlayacağı (sağladığı) kanısındalar. Ama toplum içinde bir azınlığın böyle bir davası olduğu kesin ve bunlar Tayyip Erdoğan'a en sadık taraftar kitlesini oluşturuyor. Bunları söylemek ve bunları inandırıcı kılan durumlar yaratmak. 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)
13 Ekim 2024 00:53
Karışık İşler
Sinan Ateş cinayetini örtbas etmekte kararlı olanlar bu bilek güreşini kazanmakta başarılı olurlarsa, şimdiye kadar zaten çeşitli kanlı olayların bulaşıklığını belirli bir ölçüde yaşamış olan AKP iktidarı, yozlaşmanın bu türlüsünü de repertuarına katmış olacaktır. Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan Türkiye'de, yakın tarihte, "Siyasi İslam'ın iktidarı paylaştığını, birkaç kere gördük, deneyimledik. Bu "koalisyonlar"da bu hareketin önderi Necmettin Erbakan'dı. Erbakan önderliğinde siyasi İslam'ın iktidarı birileriyle paylaşmasından, buralara kadar yükselmesinden hoşnut olmayanlar, bu hareketin Türkiye Cumhuriyeti'nin felsefesiyle, temel değerleriyle uyuşmadığını söyleyenler vardı—hem de seçimlerde çoğunlukta olan onlardı. Ancak, Milli Selamet, Refah vb, çeşitli adlar takınmak zorunda kalan bu hareket toplumun çoğunluğunun "nereye gidiyoruz?" yollu ciddi bir endişeye kapılmasına yol açmadı. AKP net bir şekilde çoğunluğun oyunu (demek ki toplumun güvenini) kazandı ve tek başına iktidar olarak işe başladı. Ne var ki son bir iki yıldır "rakipsiz" gibi görünen bu iktidar çatırdamaya ve sallanmaya başladı. AKP'nin rakibi var ve böyle giderse muhalefetin AKP iktidarını alaşağı etmesi kimseyi şaşırtmayacak. Bir koalisyon içinde "iktidar paylaşan" İslamcı hareketle tek başına iktidar olan İslamcı hareket arasında çok ciddi farklar var. AKP iktidarından önce de birtakım korkunç cinayetlerin huzurumuzu bozması bildiğimiz, hatta alıştığımız bir durumdu; Hrant'ın öldürülmesini hatırlayın. AKP bunun içinde değildi. Tayyip Erdoğan Türkiye toplumunda var olan çeşitli eğilimlerin arasından seçimini yaptı. 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.
30 Eylül 2024 01:06
Hüda-par Ve Akp
Erdoğan'ın geçerli olduğuna inandığı ama söylenme zamanının geldiğini düşünmediği şeyleri HÜDA-PAR söylüyor. HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Şu sıralar üzerinde çokça durulan ve tartışılması heyecan uyandıran konulardan biri "Cumhur İttifakı" içinde HÜDA-PAR'ın da boy göstermesi. Bilindiği gibi bir süreden beri AKP toplumdaki güvenini kaybetmeye başladı. Tabii onun bu İttifak içinde yer alıyor olması daha akla yakın bir durum. Cumhur İttifakı'nın ayırıcı özelliği İslam'la ilişkisi elbette; ama asıl "hayati" desteği vererek AKP'nin de iktidar olmasını, iktidarda kalmasını sağlayan, Bahçeli ve MHP. Onların İslam'la ilişkileri aynı değil. Ben Tayyip Erdoğan'ın kendisinin de bunlar arasında olduğunu düşünüyorum. AKP ise İslamcı siyasetin başındaki güç. Dostun düşmanın bu kimlikle tanıdığı parti—üstelik iktidarda. Dolayısıyla HÜDA-PAR söylemlerinde korkusuzca radikal. Ama onun bu konumu AKP içinde bireylerin ve grupların en az onun kadar radikal olmasına engel değil. Tayyip Erdoğan'ın onlardan asıl yararlandığı yerin bu yer olduğu kanısındayım. 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.
24 Eylül 2024 01:02
Mesajları Çözmek
Bir süreden beri "hararetli" siyasi konu, teğmenlerin yemini. Bu beklenmedik bir davranıştı ve toplumun belirli kesimlerinde "kabul edilemez" bir davranıştı. "Kabul edilemezci" kesim "Bu ne rezalet!" yaklaşımına indirgeyeceğimiz bir gürültü çıkarırken, ikinci kesim "Ne var bunda yadırgayacak? Her şey gayet normal" demeyi seçti. Dolayısıyla onların jestini onların koyduğu sınırlar içinde kalacak bir uyarı olarak kabul edebiliriz (ve bence öyle kabul etmeliyiz.) Yani coşkuyla Atatürk'e bağlılıklarını haykıran teğmenleri "suçlu" çıkarma gayretine girmekten kaçınmalıyız—bunu AKP içinde aklı başında (ve önemli konumda) bireyler de dile getirdiler. 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)
16 Eylül 2024 00:23
Amerika'da Seçim
Kamala Harris - Donald Trump Sık sık söyleriz: Dünyanın bir yerinde olan bir olay gereğinde bir hayli uzak yerlerde de hayatın gidişini etkiler. Amerika'ya rakip olmaya çalışanlar çıktı, hatta rakip olmuş gibi görünenler de oldu -örneğin bugün Çin bu role girmiş durumda. Devam ediyor, hem de özel bir şekilde devam ediyor. Nedeni Donald Trump. Trump ABD tarihinde benzeri görülmemiş bir "başkan adayı"; bir kere daha başkan seçilirse Amerika'da kalıcı etkiler yaratacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Çünkü aslında Trump'tan bağımsız olarak kendini gösteren değişimler var. Trump da bunlardan biri: Kitlelerle kaynaşmış, bütünleşmiş, hatta özdeşleşmiş bir önder; dolayısıyla bütün davranışları halkın taleplerini içeriyor; dolayısıyla Trump'ın (ve bu kategoriden siyasi önderlerin, örneğin Tayyip Erdoğan' ın) sözü halkın sözüdür. Örneğin Trump "Seçimi benim kazanacağım belli oldu. 'Kaybettin' deseler de inanmam" diyor. Hatırladığıma göre Trump bir puan önde çıktı. Ama bu "New York Times" anketi aşamasına geldiğimizde Trump toparlanmış gibi görünüyor. Belli oluyor, çünkü Amerikan seçmeninin hatırısayılır bir kısmının Trump'ı sevdiğini görüyoruz. Bunları yapan bu "seçmen" pekala Donald Trump'ı (ikinci kere) seçebilir. Bizim burada Tayyip Erdoğan'ın seçilme ihtimali Donald Trump'tan bağımsız olarak duruyor. Donald Trump'ın Amerika Birleşik Devletleri'nin başkanı olduğu bir dünya Tayyip Erdoğan'ı muhabbetle bağrına basmaya çok daha yatkın bir dünyadır. 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)
10 Eylül 2024 01:41
Laiklik Karşısında İslam
AKP'nin başlıca propaganda deposu, Batılılaşmadan yana güçlerin bu süreç içinde oynadığı "hoyrat" rol ve bunun halkta yarattığı tepki birikimi. ("Türkiye'de" diyerek başladım söze ama bunun başka türlü olanı var mıydı, bilmiyorum.) Batı, sanayi devrimiyle birlikte, dünyanın geri kalanının önüne, uyulması gerekli model olarak dikildi. Türkiye, bu ikinci kategoriye giriyor. Bu tepki bugün de Türkiye'nin bir olgusu, belki en belirleyici olgularından biri. Batı'nın gücü ile en erken karşılaşıp tanışan ülkelerden biri Osmanlı devletidir — öteki de Rusya. Bu, Türkiye'de kendine özgü bir durum yarattı: Eylem gücü silahlı kuvvetlerin elinde, din kurumu muhafazakâr kesimin elinde kaldı, örneğin İspanya'da, Portekiz'de, Yunanistan'da diktatörlük rejimlerinde din ve ordu birlikte yürümüştü. Türkiye'nin çeşitli "askeri darbe" dönemlerinde böyle bir şey olmadı. Bir toplumun hayatı düşünüldüğünde bu hiç uzun bir süre sayılmaz, ama bu süre içinde AKP'de temsil olunan İslamcı siyaset ne yapabileceğini, toplumun bu iktidardan ne bekleyebileceğini yeterince gösterdi. Bu bir "pes ettirme" mücadelesi değil, "ikna etme" mücadelesi. 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)
02 Eylül 2024 01:23
Başkan Adayı
Soldan sağa, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve ABB Başkanı Mansur Yavaş Geçtiğimiz günlerde, bu yakınlarda Cumhuriyet Halk Partisi'nin hala "yeni" sayılacak Genel Başkanı Özgür Özel 'in bir mülakatta söyledikleri siyaset ortamında bir hoşnutluk yarattı. Özgür Özel cumhurbaşkanlığına aday olmayacağını açıkladı; Tayyip Erdoğan'ın bir kabusa dönüşen iktidarına son veren Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak "tarihe geçmek" istediğini söyledi. Aslında bunu aday ve sonra da seçilmiş başkan olarak da yapabilir; ama belli ki Özgür Özel'in gözü yükseklerde değil. Ayrıca, gene belli ki, partisinin cumhurbaşkanlığı adaylığı gibi bir mevkiye uyacak, yakışacak birini çıkaracağı konusunda endişesi yok. Özel'in kendisi hakkında bu kararı vermesi, olumlu bir davranış ve çok olumlu şekilde karşılanıyor, ama özel bir karar da sayılmaz. Evet, son aylarda yalnız AKP'nin değil, Tayyip Erdoğan'ın da prestijlerinden epeycesini kaybettiklerini gözlemliyoruz. Tayyip Erdoğan içinde bulunduğu ortamın özelliklerini, toplumda neleri kendi çıkarına çalıştırabileceğini iyi biliyor. Tayyip Erdoğan'ı en mutlu edecek gelişmelerden biri, belki başlıcası, Erdoğan'ı yerinden etme potansiyeline en fazla sahip olan CHP'nin kimin aday olması gerektiği konusunda bir anlaşmazlığa düşmesi olacaktır. Ülkede genel duruma baktığımızda ise bu toplumun bir "Tayyip Erdoğan" dönemi daha kaldırmasının şüpheli olduğunu görebiliyoruz. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, bütün AKP cephesi iktidarı elden bırakmamak konusunda kararlı görünüyor. Üç kişinin adı geçiyordu: Bildiğiniz gibi, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ve Özgür Özel. Bugün alanda gördüklerimizden, bu "üç kişi" arasında olmamakla birlikte birden karşımıza aday sıfatıyla çıkacak olursa fazla şaşırmayacağımız kişi Kemal Kılıçdaroğlu. CHP içinde olanlarda herhangi bir hile hurda olduğunu sanmıyorum. CHP konusunda eleştirel sözlerini ya da tavırlarını ise özel olarak destekledim. 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı.
26 Ağustos 2024 00:54