Atatürk, yalnızca bir milletin kaderini değiştirmekle kalmamış, evrensel ilerlemenin simgesi olmuştur. Atatürk'ün "İlelebet payidar kalacaktır!" sözü, Cumhuriyetin kalıcılığını vurgular. Atatürk modernleşmeyi bir araç değil, sürekli değişimin bir unsuru olarak görmüştür. Atatürk, bağımsızlık mücadelesini yalnızca işgalcilere karşı değil, geri kalmışlık, dogmalar ve toplumsal bölünmüşlüğe karşı da vermiştir. Gelecek nesillere Atatürk'ü anlatmak, devrimlerini aktarmak ve Türkiye'nin çağdaş uygarlık yolundaki ilerleyişini sürdürmek en büyük sorumluluğumuzdur. Atatürk'ün düşünsel mirası, bugünün çözüm yollarını sunan evrensel ilkeler bütünüdür. Atatürk'ün devrimleriyle şekillenen Türkiye Cumhuriyeti, yalnızca geçmişin değil, aydınlık bir geleceğin de teminatıdır. Bugün ve yarın, Atatürk'ün çağdaş Türkiye'sine sahip çıkarak, onu anlayarak daha bilinçli çalışmalı, onun izinden sapmadan ilerlemeliyiz. Çünkü Atatürk, bir sembol değil, bir değerdir.
Kaynak: Cumhuriyet
12 Kasım 2024 05:35
Alıntıdır : Haber Kaynağı İçin Tıklayınız
Bu habere çok benzer konularda diğer kaynaklardaki haberlere aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Geleceğe Atılan En Güçlü Adım - Melihan Kaplan
Bu öğrenme süreci birey için en temel eğitimdir. Vereceği bu şekilde okul yaşamının, kültürel çevresinin, arkadaş ortamının ve aile yapısının oldukça belirgin etkisi olacaktır. Doğan Cüceloğlu'nun "Geliştiren Anne-Baba" kitabında belirttiği üzere; her birey evrende eşsiz ve tektir. Yine Prof. Dr. Selçuk Şirin'in "Yetişin Çocuklar" isimli yapıtında belirttiği gibi; ebeveynlik tanımadığımız bir memlekette yol bulabilmek şeklinde ifade edilirken, bir bireyi dünyaya getirerek, içerisinde var olacağı dünyaya o bireyi hazır hale getirebilmek muazzam ve çok önemli bir sorumluluktur. Böylece çocuk ailedeki eğitim yaşamından yeni bir eğitim ortamına ayak basmış olmaktadır. Alfred Adler, "Çocuk Eğitimi" isimli eserinde, okul yaşamının yeni başlayan bir çocuk için bütünüyle hem yeni hem de bilmediği, alışılmadık bir durum olduğuna değinir. Eğer çocuk olması gereken şekilde hazırlanmışsa normal olarak başaracaktır; aksi durumdaki hazırlanmada yetersizlik net bir şekilde belli olacaktır.
30 Kasım 2024 05:15
'Etki Ajanlığı' Dayatması - Neval Oğan Balkız
Türkiye'de bu uygulamalar ile artık her yurttaş, her an, bu uygulamaların olası bir objesi haline getirilme, hukuken "kuşku ve hayati tehlike altında tutulma" tehdidi altında bulunuyor. 80 milyon yurttaş "potansiyel suçlu" durumuna getiriliyor. Norm özelliği ve yasama tekniği yönüyle bütünüyle sorunlu yöntem olan torba kanunuyla Noterlik Kanunu içine sokulan düzenleme ile Türk Ceza Kanunu'nun 339/A maddesine şu hükmün eklenmesi öngörülmekte: "Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur." Böyle bir düzenleme, normatif özellik ve yasama tekniği yönüyle de temel hak ve özgürlükler bakımından da hukuken asla kabul edilemez! Kaldı ki bu konuda Türk hukuk mevzuatında "ulusal güvenliği sağlamak için gerekli hükümler", öncelikle Türk Ceza Kanunu'nda yedinci bölüm altında "Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk" başlığı ile 326-343 maddeleri arasında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Son olarak geçen hafta "fon alan yayın kuruluşlarının lisanslarının iptal edilmesi için" yeni bir yasa teklifi TBMM'ye sunulmuş bulunuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de düşünceyi açıklama özgürlüğüne dair birçok kararında (özellikle Karataş/Türkiye kararı 1999) bu bağlantıları kurmuş ve ifade özgürlüğünün; "demokratik toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından biri olduğunu" ve "yalnız taraftar bulan, zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devlete ya da nüfusun bir bölümüne kırıcı gelen, şok eden ya da rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu" karara bağlamış bulunuyor.
30 Kasım 2024 05:12
Aıds Ve İnsan Hakları - Prof. Dr. Bekir S. Kocazeybek
1988 yılında ilk kez ilan edilen ve 36. yılında olduğumuz 1 Aralık Dünya AIDS Günü'nde tüm insanların amacı HIV'le (İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü) yaşayan insanlara desteği göstermek, AIDS'den (Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromu) ölenleri anmak ve toplumlarda farkındalığı ve dayanışmayı artırmak ve ülke hükümetlerinin dikkatini bu hastalığa daha da ciddi yöneltmektir. Bu yılın "Dünya AIDS Günü" temasını "Doğru Yolu Seçin" olarak seçen UNAIDS bu temaya şöyle bir anlam yüklemektedir; AIDS'i sonlandıracak yolun, hakları savunma yolu olduğu, bu hakların da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi'ni desteklemekten geçtiği, insan haklarına zarar veren cezai ve diğer yasaların kaldırılması ve insan haklarını koruyan yasaların ve yaklaşımların yürürlüğe konulmasına acil ihtiyaç olduğu, AIDS'i sonlandırmak için tüm toplulukların eşitçe ve ötelenmeden katılımını sağlamayı teşvik etmenin önemini vurgulamaktır. Ve sonuçta bu yılki UNAIDS teması; ülke yönetici liderlerine "Doğru Yolu Seçin" mesajıyla AIDS'e karşı savaşta her türlü hakkı korumayı seçmelerinin önemini özellikle vurgulamaktadır. Şöyle ki 2003'te İzmir'de kan transfüzyonuyla HIV ile enfekte olan bir bebeğin yazılı ve görsel medyada açıkça deşifre edilmesi ve adil olmayan yargılama süreci sonunda bebeğin ailesine tazminatın ancak AİHM tarafından tazmin edilmesi (!) nedeniyle "AIDS Bir İnsan Hakları Sorunu" başlıklı yazıyı kaleme almıştım. 2011'de İstanbul Esenyurt'ta AIDS'ten ölen bir kişinin defni sırasında belediye görevlilerinin ölen kişiye karşı insan haklarını aşan davranışları nedeniyle yine "Türkiye'de Cehalet Kıskacında Bir İnsan Hakları Sorunu: AIDS" başlıklı makalemi yine bu gazetede yazmak zorunda kalmıştım.
30 Kasım 2024 05:09
Sayıştay'ın Anayasal Görev Ve Yetkileri - Turgut Aşcı
Sayıştay, mülga 832 sayılı Sayıştay Kanunu'nun yürürlüğünde, görevlerinin gereği olarak Sayıştay'a hesap vermekle yükümlü olan sorumluların (saymanların) hesaplarına ait yevmiye defterlerinin bir sıra numarasından son sıra numarasına kadar kayıtlı tüm hesap ve işlemlerini kadro imkânları dahilinde inceleyip yargılayarak kesin hükme bağlıyordu. AB mevzuatına uyum amacıyla yeni baştan düzenlenen 6085 sayılı Sayıştay Kanunu'nun 8'inci maddesinin birinci fıkrasında, "Kamu idarelerinin hesapları, muhasebe yetkilileri tarafından hazırlanarak üst yöneticiler veya görevlendirdiği harcama yetkilileri ile muhasebe yetkilileri tarafından denetime hazır bekletilir veya Sayıştay'ın bildireceği yere gönderilir" denerek sorumluların hesap vermeleri düzenlenmiş fakat bu hesapların denetlenip yargılanması ile ilgili olarak bu defa herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Halbuki anayasanın 160'ıncı maddesinin, "Sayıştay, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir" hükmü gereğince yeni kanunda da sorumluların hesaplarının yargılanması ile ilgili düzenlemeler yapılması gerekiyordu. Mevcut uygulamada sorumlular Sayıştay'a hesap vermeye hazır oldukları halde, Sayıştay bu hesapları yargılayamıyor. Hukuk devleti olabilmenin en esaslı şartı hukuk normlarına uymayı gerekli kıldığından söz konusu eksikliğin telafisi için Sayıştay Kanunu'nda bu konuda düzenleme yapılması gerekmektedir.
28 Kasım 2024 05:12
Sınıfları Aşan Aydınlık - Abdullah Yüksel
Öğretmenler öyle büyük bir sorumluluğa, öyle ulvi bir değere ve öyle büyük bir gücü olan işe soyunmuştur ki… Öğretmen yargılayıcı değil ama bakılacak yeri işaret eden bir uyarıcı olmalıdır. Dünya çok hızlı değişiyor. Her gün yeni bir bilgi, bir önceki gün öğrendiğimiz bilgiyi eski ilan ediyor. Öğrencilerinin önünde yürüyen deniz fenerleridir öğretmenler. Birileri bütün insani değerlerden vazgeçip hem kendine hem başkalarına zarar verirken tüm bunları görüp, duyduğu hâlde gerçeğe sırt dönüyorsa Mustafa Kemal Atatürk'ü kavramamış, Cumhuriyet'in öğretmeni olamamış demektir. Onlar toplumun umut kaynağı, öğrencilerinin günışığı, geleceğin nisan yağmuru olmalıdır. Çünkü öğretmenler toplumun vicdanı, yaşadığı çağın tanığıdır. Çağının karanlığına teslim olmayan, dar zamanlarda gözlem yapan, ileriyi düşünen, doğruyu yansıtan, tartışan onlar olmalıdır. "Yoksul bir halk çocuğuyken beni alıp bu ülkenin yurttaşları arasına taşıyan bu ülkeye, bu Cumhuriyet'e borcum var." diyen kendilerinden önceki çoğu öğretmenin onurunu taşıdıklarından kuşkum yok. Ama hepsinden önceliklisi o resmin tam ortasına Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ü çizeriz.
24 Kasım 2024 04:43
Öğretmenler Günü Ve Acı Gerçekler - Oben Aybars Kuday
Her yıl 24 Kasım'da, ülkemizde büyük bir coşkuyla Öğretmenler Günü'nü kutlarız. Hatta yaşadıkları ekonomik zorluklar nedeniyle kimi zaman okuldaki görevlerinden sonra garsonluk, kasiyerlik, baristalık yapan bazen de vasıfsız işçi olarak ek işlerde çalışan öğretmenlerimizin sayısı her geçen gün artıyor. Öğretmen olmak, sadece bir meslek değildir; aynı zamanda bir misyondur. "Japonya'yı dev ülkeler seviyesine çıkaran, Japonya'nın bir dünya devi olduğunu gösteren Rus-Japon deniz savaşında, Rusya'nın Batılı donanmasını Amiral Togo Heihachiro tamamen yok etmiş ve bir dünya devi olarak dünya sahnesinde yerini almıştır. Bu büyük amiral doğunun Amiral Nelson'u olarak bilinir. Emekli olunca Japon imparatoru onu onurlandırmak için bir ödül vermek ister. Amiral ödül olarak köyünde bir öğretmenlik kadrosu ister. Bu isteği reddedilir. Öğretmenliğin çok özel meziyetler taşıyan ve kendine has profesyonellikte olduğu söylenir. Kont unvanı verilir. 1906'da İngiliz kralı tarafından da liyakat nişanı verilir. Amiral, Togo köyünde öğretmen olmak konusunda ısrarlıdır. Fakat öğretmenliğin çok farklı ve profesyonellik gerektiren bir meslek olduğu kendisine hatırlatılır. İmparator ona çocukların eğitiminin çok farklı ve önemli olduğunu, fakat ileri yaştaki veliaht imparator Hirohito'ya danışman olarak atayabileceğini anlatır. O da bu öneriyi kabul eder." (Prof.
24 Kasım 2024 01:34
Yerel Yönetimler Ve Vesayet Denetimi - Ali Serindağ
Anayasamızın 123. maddesine göre, "İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır." O halde merkezi yönetimle yerel yönetimler birbirlerinin rakibi değil, tam tersine, bir bütünün parçalarıdır. Makamı ve görevi ne olursa olsun elbette hiç kimse suç işleme özgürlüğüne sahip değildir. 5393 sayılı belediye kanununun 45. maddesinin ek fıkrası uyarınca, belediye başkanının görevden uzaklaştırılması halinde, belediye başkanının bağlı olduğu partiden bir belediye meclis üyesi, belediye başkan vekili (kamuoyundaki deyimiyle kayyum) olarak görevlendirilmelidir. Hele ki belediye meclisi üyelerinin belediye binasına alınmaması olacak şey değildir, hukuksuzdur.
23 Kasım 2024 04:50
Atatürk'ün Huzurunda Sadri Maksudi - Gülnur Üçok
Sonunda Ankara Türk Ocağında 18 ve 21 Kasım 1924 tarihlerinde iki, daha sonra da İstanbul Ocağında da iki konferans vermesi planlanır. "Dün akşam Milli Bahçe Gazinosu'nda İstanbul mebusu Yusuf Akçura Bey Paris'ten gelen Sadri Maksudi Bey şerefine bir çay ziyafeti vermiştir. "Ziyafetin sonunda Yusuf Akçura Bey, Sadri Maksudi Bey'in ilmî hayatına dair hürmet ve takdirâtla dolu bir nutuk irat etti. "Bir müddet Ankara'nın misafiri olan Sadri Maksudi Bey'in ilim ve mücahede hayatını kârilerimiz nazarında tenvir edecek bu nutku hulâsa olarak neşrediyoruz." 2 "Sadri Maksudi Bey, Kazan köylerinden birinde doğmuştur. "Sadri Maksudi Bey aynı zamanda Rus Hukuk Medresesinden de doktorluk şehadetnamesiyle mezundur. "İstanbul Ocağı, İstanbul ve Ankara ocakları muhterem müderrisin istihkak ettiği alaka-i muhabbeti göstermeyi aziz bir borç bildiler. Ankara Ocağı, ayrıca müderrisin İstanbul'a geldiğinden haberdar olur olmaz hususî bir davetle ondan Türk Tarihi hakkında birkaç konferans recâ etti. Ben de bu fırsattan istifade ederek, Sadri Maksudi Bey'in aranızda en eski aşinası sıfatıyla, sizi kendisiyle tanıştırmak için bu sofra içtimaını tertip ettim. Arkadaşımızın burada geçireceği günlerin kendisi için en mesud hatıralara vesile olacağını tam bir itminân ile düşünüyor ve uzun seneler ayrılıktan sonra onu tekrar bulmaktan mütevellid saadetimi hararetle beyan ediyorum." İki konferansını 3 verdikten sonra 24 Kasım 1924 günü Gazi'nin huzuruna kabul edilir. "Görüyorsunuz, devleti yeniden kuruyoruz. Her şeyi yeni baştan yaratmak gerekiyor. Sizin gibi adamlara ihtiyacımız olacak. Gelin, Türkiye'de vazife alın." (Adile Ayda 134) 4 Sovyet yöneticilerinin 2 Kasım 1917 tarihinde, Lenin ve Stalin'in imzasını taşıyan, tarihi bildirilerinde "Rusya halklarına, hiç bir kamu kuruluşundan izin alınmaksızın ayrılarak bağımsız bir devlet kurulmasını da kapsayan serbest öz-yönetim" sözü veriliyordu. Sadri Maksudi Kasım 1924'te Ankara'ya Türk Ocaklarında konferans vermeye geldiğinde, hilafete son verilmiş, şeriat mahkemeleri kaldırılmış ve 20 Nisan 1924 tarihinde Cumhuriyet'in ilk anayasası kabul edilmişti. Ona, Denizbank adının Atatürk tarafından verildiği söylenince fikrinden vazgeçmeyip "Hakikat değişmez ki" cevabını verir. O akşam (24 Aralık, 1937) Sadri Maksudi'nin bu ifadesi Atatürk'e yetiştirilir ve talimatı üzere radyoda onu ağır eleştirilen konuşmalar yayınlanır. "Arkadaşlar; Atatürk hakkındaki kanun Adalet Komisyonunda konuşulurken ben bu kanunun aleyhinde idim. "Arkadaşlar sizden üç dakikalık müsamaha istirham ediyorum. "Arkadaşlar ben bir Türk münevveri sıfatıyla ve milletlerin inkişafında, tekâmülünde büyük şahısların rolü hakkında bir fikir sahibi arkadaşınız sıfatıyla, hiçbir zaman Atatürk aleyhinde olamam ve buna imkân yoktur. "Arkadaşlar, Atatürk'ün rolünden bahsetmeye lüzum yoktur. "Bu bir efsanedir. "Arkadaşlar, Denizbank hadisesi, ne benim ruhumda ne de Atatürk'ün bana karşı münasebetinde hiçbir değişiklik yapmamıştır. Denizbank hadisesinden bir hata sonra, bugün bütün milletin iradesiyle Devlet başına getirdiğimiz büyük şahsiyet, o zamanın Başvekili beni Başvekil odasında kabul ederek bana: Sadri Maksudi, müteessir olmayınız, üzülmeyiniz, Atatürk'ün size karşı hürmet ve teveccühü bakidir, demişti." 6 "Sadri Maksudi Arsal dışarıdan sağlam gözükmesine rağmen, fırtınalı hayatı ve ruhi acıları onu çökertmişti. 1952 yılında Atatürk'ün mübarek na'şı Muvakkat Kabir'den Anıt Kabir'e yerleştirilirken Etnografya Müzesi müdürü idim. On yıldan fazla meslektaşlarımla Muvakkat Kabrin türbedarlığını yapmıştım. Bir aralık yas törenine katılanlar arasında Sadri Maksudi gözüme ilişti. O da beni görmüş olacak ki yanıma geldi. "Ayaklarım rahatsız olduğu için Anıt Kabir'e kadar üç kilometre yolu yürüyemeyeceğim. 2- "Yusuf Akçura Bey'in Çay Ziyafeti", Hakimiyet-i Milliye, 1272, 14 Teşrin-i sani 1924, s. 3. https://sadrimaksudi.org/wp-content/uploads/2023/02/turk-birligi-eski-turklerde-dil-ve-hars-birligi-agustos-1925-sayi-11-s.396.pdf dan temin edilebilir. 5- Milliyet Gazetesi, "Gazi'nin En Büyük Eseri Nedir?", 9 Temmuz 1928. 6- 25 Temmuz 1951, Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar hakkında kanun tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu.
23 Kasım 2024 04:48
Toplumsal Yozlaşma - Dr. Ramazan Başak
Yenidoğan bebeklerin bilimsel gerçekler dikkate alınmadan sadece ticari olarak özel hastanelere yönlendirilmesi ve bunun sonucunda şu ana kadar tespit edilebilen 12 bebeğin ölümüne neden olunması toplumsal yozlaşmanın en son halkalarından biridir. Çünkü bizzat sağlık bakanının da belirttiği gibi bu olay Mart 2023'te bir ihbar sonrasında ortaya çıkmış ve Ekim 2024'te suça karıştığı iddia edilen hastanelerin ruhsatları iptal edilmiştir. Toplumsal çürümeye verilebilecek bir diğer örnek de kamuoyunda "BDDK düğünü" diye ifade edilen olaydır. Kamuoyunda en az 15 -20 milyon TL arasında bir değerden bahsedilmektedir. Kurul, 2004 yılında 5176 sayılı yasa ile kurulmuş olup kamu görevlilerinin uymaları gereken etik davranış ilkelerini belirlemek ve uygulamayı gözetmekle yetkilidir. Yine kritik görevlerde bulunan kamu görevlilerinin haklarında en önemli kararları aldıkları ve idari ve adli ceza raporlarına muhalefet ettikleri kurumlara ve bankalara transfer olmaları da toplumsal yozlaşmanın bir başka önemli göstergesidir. Dolayısıyla toplumsal yozlaşma giderek artmaktadır.
22 Kasım 2024 05:04
Siyasette Kurumsal Bellek - Erol Tuncer
1980 sonrasında yaşanmış olan ikinci kıyım daha büyük olmuş, bu kez siyasal yelpazenin bütün kanatları tasfiye edilmiştir. 1980 askeri müdahalesi sonrası 1983 yılında yapılan ilk milletvekilleri seçimi sonrasında TBMM'deki 400 milletvekilinin yalnızca 1'i bir önceki dönemden kalmaydı. Bir başka söyleyişle TBMM'nin hemen hemen tümü yenilenmişti. TESAV Vakfı'nda yaptığımız bir çalışmaya göre olağanüstü dönemler (1946, 1950,1961, 1983, 2002, Kasım 2015) dışında 1946-2018 seçimleri arasında Meclislerin yenilenme oranları yüzde 48.2 ile yüzde 71.1 arasında gerçekleşmiştir. Milletvekili seçimleri yapılmış, yeni Meclis açılmış, askeri yönetim sonlanmış. Biz yasaklılar, biraz da Meclis dışında bırakılmış olmanın verdiği burukluk içerisinde eleştirilere başlıyoruz: "Bunlar acemi, şu Meclis başkanına bakın, milletvekiline nasıl hitap edileceğini bile bilmiyor" "Aaa, milletvekili de söze nasıl başlayacağını bilmiyor." Eleştirilerimiz bu minval üzere devam ederken 10 yaşındaki oğlum meğer bizi dinliyormuş; "Baba bunlara acemi deyip durdunuz, peki sen Meclis'e girdiğin gün usta mıydın" diye sorunca, "Bak oğlum, soruyu kitabın orta yerinden sordun. Bu amcalarla aynı okullarda okuduk, aynı sokaklarda büyüdük. Meclis'e girdiğimde elbette bu amcalar gibi ben de acemiydim. Ancak bu amcalarla aramızda önemli bir fark vardı. Benim girdiğim Meclis'te ustalar vardı: Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Turhan Feyzioğlu, Turan Güneş, Necdet Uğur ve daha niceleri. Ben çıraklık devremi onların yanında tamamladım. Oysa şu anda Meclis'te bulunanların hepsi çırak. Ortada usta kalmamış. Birikim sahibi olanların kimi hukuken kimi fiilen yasaklanarak Meclis dışında bırakılmış. Şimdi kim kimi eğitecek?"
22 Kasım 2024 05:02
Führer İlkesi Ve Hukuk - Hamdi Yaver Aktan
Alfred Grosser "Geçmişte yaşanmış olanlar, sadece geçmişte yaşandıkları için şu an katiyen yok sayılamazlar" diyor. Hitler, 26 Nisan 1942 tarihli Reichstag konuşmasında, hayatta kalmanın gerekliliklerine artık hukukun emirleri ya da yetkililerinin kazanılmış hakları tarafından ket vurulamayacağını söylemişti. Üç ciltlik Nazi İmparatorluğu'nun yazarı William L. Shirer, kitabında "ağzı bozuk, rezil bir deli" olarak tanımladığı Freisler, "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" evrensel ceza hukuku ilkesini yok sayan düzenlemeyi çıkarır. Führer ilkesinin ikincisi, "Führer en üstün yargıçtır, teoride hüküm verme yetkisi sadece ondadır"dı! "Bir yargıç... Führer gibi karar vermelidir" bu ilkeye göre, "önlem devleti" pekiştiriliyordu. Harry Reicher, Führer ilkesini değerlendirirken Rothenberger Memorandumu'nun "yargı sürecinin her noktasında, yargıca yöneltilmesi gereken baskın düşüncenin ne olması gerektiğini çok açık bir biçimde ortaya koymuştu: "Führer bir davada -ya da davaya karar vermeye ilişkin bir soru ya da sorunda- nasıl karar verirdi ve benim nasıl karar vermemi isterdi?" açıklama ve sorusunu yargıcın bilmesi gerektiğini belirtmektedir. 1 Ekim 1946'da sonuçlanan Nürnberg yargılamalarında "Adalet Davası"ndan mahkeme, Nazi hukuk sisteminin işlediği metodolojinin temel taşı olan Führer/liderlik ilkesini değerlendirir. "Söz konusu ilkenin özü bütün erklerin yasama, yürütme ve yargının çok az elde, nihayet tek elde yeni Führer'in elinde toplanmasıydı." Führer ilkesi, "yerleşik denge ve denetleme sistemine dayanan birleşik devletler tarzı anayasal güçler ayrılığın mutlak antiteziydi. Führer ilkesi yönetiminde Hitler, bir zamanlar baş yönetici, baş yasa koyucu ve baş yargıçtı." Nürnberg'de uzman tanık olarak "Adalet Davası"ndan dinlenen Köln Üniversitesi anayasa hukuku ve uluslararası alanda otorite profesör Jahreis Führer ilkesini, "Alman Reich'ında devletin tüm gücü, karar verme ya da yeni normlar belirleme iktidarı, bu gücü, keyfi olarak kullanabilen tek bir adamın elinde toplanmıştır. Sadece ona bağlıdır" şeklinde açıklar.
21 Kasım 2024 05:10
Atatürk Ve İnönü Sevgisi - Uğur Bayraktutan
10 Kasım Atatürk'ü Anma Töreni'nde konuşan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan; "Şayet Gazi'nin ömrü ve sağlığı en azından bir 10 yıl daha ülkeyi yönetmeye elverseydi hiç şüphesiz 2. Cihan Harbi sonrası bambaşka bir Türkiye görecektik. Maalesef Gazi'nin vefatıyla bu fırsatı kaçırdık" ifadelerini kullanmıştır. Bugün; Atatürk'e sempatiyle yaklaşıldığı, Cumhuriyet değerlerine saygılı olunduğu izlenimi vermeye çalışılmasının altyapısında "1 numarayı vuramıyorsan, 2 numarayı hedef al" politikası yatmaktadır. Şimdiye kadar birçok konuşmasında İsmet İnönü'yü "aşağılama" yoluna giden Erdoğan'ın "CHP'nin 'Milli şef' diyerek yere göğe sığdıramadığı İsmet İnönü" sözleri belleklerimizdedir. Yine Erdoğan; adı Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak değiştirilen Yassıada'da partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında 27 Mayıs'ı değerlendirmiş; İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye "darbeci" imasında bulunmuş, CHP'yi de darbecilikle suçlamıştır. Erdoğan'ın ilgili konuşmasında geçen "Ülkemizde ne zaman demokrasi güçlenmişse darbeci siyasi zihniyetler kendi hırsları uğruna ülkeyi ateşe vermekten de çekinmemişlerdir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki kalkınma hamleleri tek parti döneminde mevcut fabrikaların kapatıldığı bir hüsrana dönüşmüştür. Bizzat İnönü 1946 seçimleri öncesinde 'Ben ihtilalci ve Kuvayı Milliyeci İsmet'im. Muvaffak olamazsak eski usulde devam ederiz' diyerek darbe sopasını peşinen göstermiştir" cümleleriyle; İnönü'nün TBMM Genel Kurulu'nda yaptığını iddia ettiği konuşma hiçbir kaynakta, tutanakta, kayıtta bulunamamıştır.
21 Kasım 2024 05:08